Mutfak penceresinden disariya bakiyoruz... Bak yapraklar dokulmeye basladilar bile diyorum, belki degisik renklerde toplayip bana getirirsin birkac tane... Burnunu cekiyor.. Hava cok sicak.. Cok nemli.. Cok yapis yapis... Ama ruzgar var.. Gunes gokyuzunde ama, gokyuzu grimsi...
Anne bu mevsimin adi ne diyor.. Bu mevsimin adi Roma diyorum..

31 Ekim 2010 Pazar

*OMRUNDE VIRGUL SAY HIKAYEMI

Sabah kahve molasinda, nobetten cikinca beraber yemege gidelim diye karar veriyoruz… Bana cok uyuyor cunku Federico babasiyla beraber “ butun azizler” bayrami icin babannede, ben yalnizim...

Italya'yi yine seller sular goturuyor, her yerde yagmur, sivil toplum orgutleri alarmda, yasam hirpalanmis dogaya yenik dusuyor...

Kosturmaca arasinda, oglen yemeginden arta kalan portakali yeme firsati yaratiyorum kendime, ve uyku saatlerimi duzene soktugumdan beri, bir de ogun atlamamaya basladigimdan beri, yorgunluk sozcugunu ne kadar az kullanmaya basladigimi dusunuyorum…

Saat 17 30 civari beklenmedik bir durgunluk oluyor ve kendime hemen bir elma cayi hazirliyorum, sonra telefonumdan cevap yazilacak mailler dosyasini aciyorum…

Buyuk cogunluk diyet icin ozel yardim isteyen mektuplar… Yapamam demek icin bile vakit bulamiyorum…

Radyo programini dinleyen arkadaslarimin yazdiklari kutlama mektuplari, programin sunucusu Celik Bey’in turkcesine ve gercekten benim de cok hosuma giden ses tonuna yazilan ovguler,
babamdan artik turk televizyonum olmadigi icin “haberim olsun” diye yollanmis haber ozetleri,
benim image maker’im Gulcin’den secmem icin yollanmis pantolon, kolye ve kemer fotograflari
Bologna’daki toplantiya katilmam icin gelen davet mektubu

Benim iyi tanidigim bir erkekle yasadigi beraberligi birdenbire onume acan, bunu benim bilmemi istemesinin sebebi kendinde sakli, hic ama hic tanimadigim yine de duygusalligi ve cok kirilmisligi satirlarindan tasan, yine de efendiligini muhafaza eden bir genc kadinin uzak bir sehirden yollanmis mektubu ve uzayip gidiyor iste liste…

Cevap yazilacaklar dosyasini actigim gibi kapatiyorum, arkadaslarimla nobet sonrasi yemegine gitmekten vaz gecip, eve donmeye karar veriyorum… Arabama dogru yururken, Colombiali pizzacidan mis gibi kokular geliyor burnuma ama bir gece once Federico’nun Hallowen partisinde 9 cocukla beraber ter ter tepinip, danslar edip, “bu kucucuk cocuklar nasil bu kadar cok pizzayi yiyebildiler” diye hayretlere dusup, pizza, patates koftesi ve ici mozzarellali bir cesit kizarmis princ koftesi olan suppliden olusan menuye benim de hayir demedigimi, Antonio’nun birasinin neredeyse tamamini, cocuklardan kalan kolanin da hepsini ictigimi hatirlayip durduruyorum kendimi…

Yagmur yagiyor… Derin dondurucuda ne var ne yok diye dusunuyorum… Et de var, balik da, tavuk ta, kiymaya dokunmayi sevmeyen bir annenin eldivenle yaptigi kofteler, dilimlenmis sucuklar, biraz karisik mantar, ispanak, yesil fasulye, dilimlenmis patates var hatirladigim kadariyla…

Dolapta bir mozzarella, biraz yesil domates, biraz yikanmasi gereken marul, yani aslinda hersey var… Ama canim birsey hazirlamak, tabaga koymak, masaya oturmak bile istemiyor…

Eglenceli birsey yapayim, cin yemegi alayim, guzel bir film seceyim ve hani amerikan filmlerindeki gibi karton kutudan chopstikslerle soya speghettisi yiyeyim, ertesi gun glutamat fazlasindan biraz tansiyonum cikabilir ya, simdi dusunmeyeyim diyorum.

Bizim hep gittigimiz Cin restorani biraz uzak geliyor, “oraya park edemem simdi, suralarda bir yerde gozume carpmisti, o bugun haftalik dinlenmede, bir tane daha vardi galiba” derken eve yakin bir sokakta onume cikan bir cin restoraninin onunde duruyorum. Hayatimda gordugum en sevimsizce dosenmis yerlerden biri ve bakimsizligina aldirmamaya calisarak menuden istediklerimi seciyorum…

Pirasali, soganli, havuclu cin boregi, icinde bambu ve cin mantari olan buharda pismis ravioli, sebzeli soya spaghettisi, bademli tavuk, karidesli tofu… Parasini odeyip, “arabaya getirin lutfen paketi” deyip cikiyorum...

Evde amerikan filminin yalniz basina cin yemegi yiyen aktrisi olma hayalim, buyuk bir yikima ugruyor...

Paketin icinden karton kutular filan degil, aliminyum kaplar cikiyor, oyle cok bastirmislarki, soya spaghettisi amorf bir kitle haline donusmus, soya sosunu da plastik kahve bardagina koymuslar... Huzunlu bir tablo olmasina izin vermiyorum bunun ve gulumsuyorum sadece, cunku bana gulumsemek cok yakisiyor biliyorum...

Borekleri yiyorum, ravioliler hamur hamur kokuyorlar, tavuga hic dokunmuyorum, tofu bir felaket...

Mozzarella, domates ve iki gunluk ekmek de olur, ne olacak ki diyorum...


Claudio ariyor, her zamanki gibi “piccolina (ufaklik), yarin bizim grupla balik ekmege gidiyoruz, plastik cizme giy, balikcinin teknesinde yenecek yemek” diyor...

Divanin uzerine oturuyorum... Yarinla ilgili planlarimi sepete koyuyorum... Cevap verilecek mektuplar dosyasi buyudukce buyuyor... Sali gunu evdeyim, yazarim mutlaka yazarim diyorum...

Federico ariyor, “annecim sakin kapiyi kilitlemeden uyuma, sakin salondaki divanin uzerinde uyuma, sakin sut icmeyi unutma” diyor...

Iste simdi ne guzel bir gundu diyebilirim artik diyorum...

Ben kendi filmimin oyuncusuyum...
Mozzarella, biraz yesil domates,
bir bucuk dilim ekmegim var,

bu aksamlik yalnizim,
hayata gulumseyerek bakmaya calisiyorum,
hayat ta bana gulumseyerek bakmaya calisiyor iste o zaman...

1 kasim 2010’Roma

p.s: bu yazinin ne anlami var diye soracak olanlara, “hic” diyorum... Sizin icin hic, benim icin cok anlami var...

p.s3: sezen aksu "asktan ne haber" 'le eslik ediyor bu yaziya
p.s2: * Adimi Yak Adinla, Mehmet Altun (Ruyamda hayat vardi)
You might also like:

BIRAKIN BENI...



Siirim geldi birakin beni


Bir kibrit farz edin ve yakin beni


Bir ceketmis gibi askiya takin beni


Bir civiymis gibi duvara cakin beni


Siirim geldi, birakin beni...


Mujdat Gezen


1 Kasim 2010'Roma


25 Ekim 2010 Pazartesi

ON THE RADIO...


Radyo, yemek masasinin yaninda dururdu... Annem cok radyo dinleyen, ya da is yaparken sarki soyleyen biri olmadi hic… “Ajans” dinlenirdi bizim evde, ogleden sonra cocuk radyosu, bir de persembe aksamlari solugumuzu tutarak dinledigimiz radyo tiyatrosu vardi… Saat tam dokuzda baslardi… Devlet tiyatrosu sanatcilarinin olaganustu yorumlariyla, gorurduk neredeyse herseyi… Ben gozlerimi kapatir, seslere bir yuz, bir beden vermeye calisirdim hep… Gulcin ciddi bir FM dinleyicisi oldu hep, ben de onun golgesi...

Sonra nasil yavas yavas cikti hayatimdan radyo tam bilmiyorum… Gulcin’in Ege bolgesinde yayin yapan Show Radyo’da yaptigi o guzelim kultur programinin ismini vermenin disinda, arada sirada aklima gelip actigim bir aksesuar oldu radyo yasamimda…

Sonra RAI III radyosunda sabahlari hergun farkli bir gazetecinin yaptigi haber yorumlarini dinlemeye basladim ise giderken… Dinlemekten cok, mucadele ettim diyelim… Baktim ki, radyoyu aramak, protesto etmek, cevap vermek icin ya ise gec kaliyorum, ya da ehliyetimi alacaklar birgun elimden, ustelik bes karis suratla ise gelmek de cabasi, sadece cd dugmesine basiyorum artik uzun zamandir…

Ama bugunlerde gundemimde radyo var… Koln Radyosu… 27 ekim carsamba aksami, saat 18-19 arasindaki Turkce yayin kusaginda kisa bir sohbet icin canli yayin konuklari olacagim… (18.30’dan sonra). Italyan- Akdeniz beslenme modelinden, saglik ve kilo iliskisinden, keyifli yemek yemekten soz edecegiz…

Bu sadece bir baslangic… Amerika yeniden kesfedilecek... Butun parmak izi uzmanlari bu konunun asigi, savunucusu ve uzmani olacaklar sonunda... Ben buraya yaziyorum, siz de iste okuyorsunuz...

Akdeniz diyeti Ispanya’nin onerisiyle uzun bir bekleyisten sonra,Unesco tarafindan dunya kultur mirasi kategorisine alinmak uzere… Hala huzunlu biskuvi paketleri tasiyip, kereviz sapi kemirenler varsa diye soyluyorum ben...

Orada olmanizi cok istiyorum. Size soyledigim herseye gercekten ne kadar cok inandigimi bir kez daha duyun. Bu programi kendinize bir baslangic olarak secin mesela… Onerilerinizi-elestirilenizi yazin…

Programin linki asagida… Daha sonra internet sitesinden kayit olarak da dinlenebiliyormus.

http://www.funkhauseuropa.de/sendungen/koeln_radyosu/

http://www.kolnradyosu.net/

Mail adresleri: funkhauseuropa@wdr.de

Ben bu arada editor Serpil Eryilmaz’a ve program sunucularindan Evren Sekerci’ye Roma’dan sevgilerimi yolluyorum…Sadece nazik davetleri icin degil, bizi karsilastiran yazilmamis oykuleri icin de…

25 Ekim 2010 'Roma

p.s: Diana Ross eslik ediyor size "on the radio"


p.s: Mercure ne oluyor yine bilmiyorum ama bizim evdeki 3 bilgisayardan ikisinin blogumla derdi var. Tarihler karmakarisik, posta deseniz gelen giden belli degil... Ayni yaziyi tekrar koyuyorum, bu kez Federico'nun bilgisayarindan... eski yaziyi yorumlari silmemek icin kaldirmiyorum, kusura bakmayin, ya da bakacaksaniz, benim degil Mercur'un kusuruna bakin...
Bu arada beni tekrar uyaran ekmekci kiz'a da tesekkur ediyorum...


p.s: insan Mercur'le nasil iyi gecinir, bileniniz var mi?

19 Ekim 2010 Salı

VARMANI ISTIYORSA HAYAT....


"Varmani istiyorsa hayat, anlami sen bulma" diyor siirde...

3 aydir cantamda tasiyorum gittigim heryere Mehmet'in siir kitaplarini... Ayrac olarak parfumerilerde kullanilan ince uzun parfum kagitlarini kullaniyorum...

Her okudugumda yeni bir satir, her okudugumda yeni bir anlam, kalbime degen bir duygu buluyorum... " siz sehirli kadin duyarliliginda bakiyorsunuz siire" demisti Mehmet bana... Ben sehir kadini oldugumu biliyorum onun icin onun siirinde , "beni unsuz say ve nasil istersen oyle Oku! yazdigi gibi, nasil istersem oyle okuyorum... Nereye baksam, oyle sehirli sehirli bakiyorum...

Yasamin istedigi yerlere variyorum bugunlerde... 3 yillik bir ulusal projeye katilan 24 bolgeden sadece 7 tanesi ulasabiliyor sonuca... Biz de onlardan biriyiz... Bologna yolu gozukuyor onumuzdeki hafta...

Bu aralar valizim hep kapida hazir... Hersey yolunda... Beni, bizim icin endiselenecek kadar hayatinizda kabul etmeniz, yuregimi isitiyor... Zamaninda cevap veremedigim icin uzuluyorum...

Ben de sizi yasamimin bir parcasi, bana daha dogrusu bize ait sayiyorum... Tanimadan taniyorum cogunuzu, yasamlariniza, duslerinize, o duslerin kirilip dokuldugu noktalara, sonra yenilenmenize, gucunuze, fikirlerinize, varliginiza bir sekilde tanik oluyorum..

Bir kisminiz yeni bir sinif bekliyor... Sinifi ben acmamistim... Ne kayitlari ben aldim, ne adini ben koydum, ne de gercekten izleyebildim... Ben yazilarimi yazdim sadece...

Hersey NuNu ile Delfina'nin basinin altindan cikmisti... Cok emek verdiler, Delfina gercekten cok yoruldu... Sonra sevgili Tijen'de onlara katildi... Sonra Ferhat konuk ogretmen oldu benim yetisemedigim her anda... Herkes bildigini anlatti, ogretti, cevap verdi, zaman ayirdi...

Beklemeyelim yeni bir sinifi... Bir tarih secin ve baslayalim... Soyleyeceklerim hep ayni aslinda... Simdiye kadar baslasaydiniz, sadece kendinize inanarak, bir suru yol almis olurdunuz... Artik daha fazla vakit kaybetmeyelim... 8 kasim tarihini bir kenara yazin...
Yarin sorularin cevaplarini koyacagim, bu kadar geciktigim icin kusura bakmayin...

30 Ekim 2010'Roma

p.s: Mehmet Altun'un Adimi Yak Adinla siirinden alinti

ON THE RADIO...


Radyo, yemek masasinin yaninda dururdu... Annem cok radyo dinleyen, ya da is yaparken sarki soyleyen biri olmadi hic… “Ajans” dinlenirdi bizim evde, ogleden sonra cocuk radyosu, bir de persembe aksamlari solugumuzu tutarak dinledigimiz radyo tiyatrosu vardi… Saat tam dokuzda baslardi… Devlet tiyatrosu sanatcilarinin olaganustu yorumlariyla, gorurduk neredeyse herseyi… Ben gozlerimi kapatir, seslere bir yuz, bir beden vermeye calisirdim hep… Gulcin ciddi bir FM dinleyicisi oldu hep, ben de onun golgesi...

Sonra nasil yavas yavas cikti hayatimdan radyo tam bilmiyorum… Gulcin’in Ege bolgesinde yayin yapan Show Radyo’da yaptigi o guzelim kultur programinin ismini vermenin disinda, arada sirada aklima gelip actigim bir aksesuar oldu radyo yasamimda…

Sonra RAI III radyosunda sabahlari hergun farkli bir gazetecinin yaptigi haber yorumlarini dinlemeye basladim ise giderken… Dinlemekten cok, mucadele ettim diyelim… Baktim ki, radyoyu aramak, protesto etmek, cevap vermek icin ya ise gec kaliyorum, ya da ehliyetimi alacaklar birgun elimden, ustelik bes karis suratla ise gelmek de cabasi, sadece cd dugmesine basiyorum artik uzun zamandir…

Ama bugunlerde gundemimde radyo var… Koln Devlet Radyosu… Carsamba aksami, saat 18-19 arasindaki Turkce yayin kusaginda kisa bir sohbet icin canli yayin konuklari olacagim… (18.30’dan sonra). Italyan- Akdeniz beslenme modelinden, saglik ve kilo iliskisinden, keyifli yemek yemekten soz edecegiz…

Bu sadece bir baslangic… Amerika yeniden kesfedilecek... Butun parmak izi uzmanlari bu konunun asigi, savunucusu ve uzmani olacaklar sonunda... Ben buraya yaziyorum, siz de iste okuyorsunuz...

Akdeniz diyeti Ispanya’nin onerisiyle uzun bir bekleyisten sonra,Unesco tarafindan dunya kultur mirasi kategorisine alinmak uzere… Hala huzunlu biskuvi paketleri tasiyip, kereviz sapi kemirenler varsa diye soyluyorum ben...

Orada olmanizi cok istiyorum. Size soyledigim herseye gercekten ne kadar cok inandigimi bir kez daha duyun. Bu programi kendinize bir baslangic olarak secin mesela… Onerilerinizi-elestirilenizi yazin…

Programin linki asagida… Daha sonra internet sitesinden kayit olarak da dinlenebiliyormus.

http://www.funkhauseuropa.de/sendungen/koeln_radyosu/

http://www.kolnradyosu.net/

Mail adresleri: funkhauseuropa@wdr.de

Ben bu arada editor Serpil Eryilmaz’a ve program asistani Evren Sekerci’ye Roma’dan sevgilerimi yolluyorum…Sadece nazik davetleri icin degil, bizi karsilastiran yazilmamis oykuleri icin…

25 Ekim 2010 'Roma

p.s: Diana Ross eslik ediyor size "on the radio"
You might also like:

SARI §EKERIM...

Ben son 3 yaziya yazdiginiz yorumlari tekrar tekrar okuyorum... Keske, " su icsem yariyor" deseydiniz, hicbir sey bilmiyorlar, ne yapsinlar derdim... Oysa biliyorsunuz, bilinclisiniz, akillisiniz ne yaptiginizi ve ne yapmadiginizi durustce soyleyecek kadar cesur, sonuclarini gorecek kadar da gercekcisiniz...

Yani yaginiz, ununuz, sekeriniz var, gerisi helvayi yapip komsulara dagitmaya bakiyor... Isterseniz iki catal da kendiniz yersiniz tabii, tadina, kivamina bakmis olursunuz....

Hepinize tek tek cevap yazdim. Ama aslinda soyleyeceklerimin fazla bir onemi yok. Hersey sizin elinizde... Karar vereceksiniz ve "kilo sorununu" yasaminizdan cikartip atacaksiniz... Cok mu kolay, hayir degil ama imkansiz da degil... Bir tek kisi bile basardiysa bunu, siz de basarirsiniz...

Bahar'a oylesine otururken birgun "seni zayiflatayim ister misin ?" diye sormustum, birden bire... O gune kadar hic kilosundan yakindigini filan da duymamistim ustelik... "oyle bir diyet yok ki, ben herseyi denedim" demisti...

Simdi siz bana yazdiklariniza bakin... Cogunuz cok onemli sonuclar aldiniz, cok ciddi kilolar verdiniz. Sessiz cogunluk var yazmayan, bir de bunu yayinlamayin diyen buyuk bir grup...
Hersey sizin elinizde, beslenme aliskanliginizi degistirmeye hazir oldugunuz anda baslayacagiz...

Simdi sizi Bahar'la bas basa birakiyorum ve iki-uc gune kadar burada olacagim...

Bahar bana bu mektubu yollayali neredeyse 3 hafta oldu ve o arada yakindigi o 3 kiloyu da coktan verdi... Sadece biraz dikkat ederek, ve yeniden yuruyuse baslayarak...
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

SARI ŞEKERİM,

Sevgili Mehtap’ın 01.10.2010 tarihli yazısını ve yorumlarını okumuştum.
Ertesi günkü yazıdan bir sürpriz çıkacağını tahmin ediyordum ama benimle ilgili şeyler olabileceğini tahmin edememiştim. Yorumlar gerçekten çok hoştu. Herkes merakla Mehtap ve yaşantısıyla ilgili bir değişiklik haberi bekliyordu. Ama Mehtap’ın söylediğine göre tüm bu yazılara ve diyet yazılarına sebep olan benimle ilgili örnekler çıktı 04.10.2010 tarihli yazıdan. Yorum yazanlar tahminlerinin tutmadığına hiç aldırmadan hemen diyet muhabbetine girişmişler ve herkes yazılarını, yanlışlarını ve şarkılarını yazıvermiş sanki J .

Mehtap’cım son yazısında beni sebep olarak göstermiş ama benim değişimime de sebep Mehtap’dır. Evet 2007 yazındaki zayıflama kararımdan sonra çok sey değişti yaşam tarzımda . Kendimi kuş gibi hafif hissetmeye başladım. Ve o yazdan beri Mehtap’la her yaz biraraya geldiğimizde önce birbirimizi inceledik ve hemen diyet-kilo muhabbetine başladık.


Mehtap hep çok fit geldi Artur’a ama giderken 2-3 kilo götürdü yanında. Sebebi özlenen Türk yemekleri ve Şadan Teyzedir. Geçtiğimiz yaz ben üç-dört kilo alarak çıktım Mehtap’ın karşısına. Ama kendimce bahanelerim vardı. Geçen kış geçirdiğim iki ameliyat ve sevgili oğlumun üniversite sınavına hazırlanması nedeniyle evde fazla zaman geçirdim. Aktivitem azaldığı gibi beni arayan dostlarımla birlikte biraz fazla karbonhidrat aldım. Eh yazında Mehtap ve Kamil Hoca( eşim olur kendileri) ile birlikte özellikle plajda yemeyi abarttık. Eşim Kamil Hoca her sabah düzenli yürüyüş yapan ama buna rağmen yediği abur-cuburdan dolayı göbeğini hiç eritemeyen, üstelik göbeğiyle mutlu olduğunu söyleyen bir veteriner anatomi profesörüdür.

Kendisi yazın hergün öğle yemeği üstüne kos helva arası dondurma ve ardından ikindi çayı ve poğaça yer. Tabii bize de yedirir. Ayrıca biz Mehtap’la sitede ne kadar kilo aldıran şey varsa ayçekirdeği, mantı, pide vs. ve deee annelerimizin yaptığı fırın sütlaç, tatlı, tuzlu, kızartma ne bulursak onları da yeriz. Eh hadi Mehtap’ın Roma’da bulamadığı ve özlediği şeyleri Türkiye’de bulunduğu 20 gün içinde yemesi çok doğal da bana ne oluyor değil mi? Ben de arkadaşıma eşlik ediyorum. Ben bu yazı üç-dört kilo fazlamla bitirdim. Şu anda 53 kiloyum. Yani anlayacağınız üzere bunlar hata filan değildi benim için !!

Artık kış moduna geçtim tabii ki. Sabahları yürüyorum. Her hafta pazar günü eşim ve ben üniversite yürüyüş gurubuyla birlikte doğa yürüyüşlerine katılıyoruz. Geçen pazar Kuşadası Milli Parkı Dilek Tepesine çıktık. Yaklaşık 20 km yürüdük. Sabah köy kahvesinde , öğlende Dilek Tepesinde sandviçlerimizi yedik. Diğer günlerde artık sağlıklı beslenmeme geri döndüm. Herkes bana sakın kilo verme, çok zayıfsın diyor hala ama ben bir daha almamak adına dikkatli besleniyorum. Yani özellikle akşamları karbonhidrat almamaya çalışıyorum. Tüm bunları diyet anlamında değil, sağlıklı yaşamak için yapıyorum tabii ki. Tekrar kiloları üstüste dizmek istemiyorum artık.


Bu arada benim şarkımın adı ve konusu bu kez farklı.



Sarı şekerim.
Kalbine girerim.
Seni çok severim.

Çünkü benim sarı şekerim ( doğduğu yıllarda Kayahan’ın bu şarkısı popülerdi ve Barış’ım çok sarı olduğu için ona teyzesi sarı şekerim derdi.) Barış artık evimizden ayrıldı. İstanbul Teknik Üniversitesini kazandı ve yuvamızdan uçtu.

Dörtbuçuk yıllık özlemden sonra 30 yaşımdayken kavuştuğumuz sarı şekerim ne zaman büyüdü ve gitti inanın hiç anlamadım. Daha dün kucağımdaydı sanki. Onunla daha fazla birlikte olmak için 20 yıllık hizmetim dolar dolmaz emekli olmuştum ve beş yıldır evde ona endeksli yaşıyordum. İyiki yapmışım bunu artık yalnız tatillerde misafir gibi gelecek evimize. Onu İstanbul’da bırakıp Aydın’a dönmek bana çok zor geldi. Sarı şekerimi görmeyeli 20 gün oldu, doğduğundan beri en fazla 15 gün görüşmediğimiz olmuştu. Hergün telefonla konuşuyoruz. Kendisi çok mutlu ve halinden memnun. Türkiye’de üniversiteyi kazanmak da biliyorsunuz büyük mesele. Bu nedenle ya kazanamasaydı, nasıl olsa birgün uçacaktı diyerek kendimi avutmaya başladım. Allah böyle güzel ve mutlu ayrılıklar versin herkese.


SEVGİYLE KALIN, HOŞÇAKALIN.

P.S: bu yaziya tabii ki Kayahan Sari Sekerim eslik edecek, bir sonraki yaziya da beni gulumseten adsiz yorumcuya armagan olarak "tatli dillim guler yuzlum" sarkisi..

17 Ekim 2010 Pazar

SAKIN ELIMI BIRAKMA...


Hayatim boyunca neyi iyi yaptiysam,
ulasilmaz gibi duran neye ulastiysam,
ne varsa basarili sayildigim,
hep senden daha iyi olmak icin cabaladigimdan oldu...


Iyi ki "abla" sensin...
Cunku onu senin kadar iyi olamazdim asla...
Bir de senin kadar gùzel olamadim hic..
Oyle guzel gulumseyemedim...

O kadar duru, o kadar asil, o kadar "insan" olamadim...

Iyi ki varsin... Onca mesafeye ragmen tutuyorsun hala elimi...
.
Gulcin'cigim...Yasam, yùzùndeki gùlùmsemeyi hic soldurmasin...
.
Dogum gùnùn kutlu olsun...
.
17 Ekim 2010'Roma

9 Ekim 2010 Cumartesi

GULUMSE HADI GULUMSE; BULUTLAR GITSIN...

Antonio’dan mesaj geliyor tam gunun ilk ve artik tek kahvesini icerken barda… “ Bu sagnakta nasil araba kullaniyorsun bilmiyorum ama, dun alelacele beni Federico’ya yagmurluk ve cizme almaya yollaman iyi oldu, zavalli cocuk sucuk gibi islanacakti” diye…


Hemen ariyorum, “inanmiyacaksin ama buraya tek bir damla bile dusmedi” diyorum… Sehrin iki ayri ucunda calisiyoruz ama yine de sasirtici bir durum bu kadari… Cunku ustumde gercekten yazlik siyah bir gomlek ve siyah pantolon var, uzerime aldigim incecik hirka bile cok geliyor, cikartiyorum…

Guluyor, “hava durumuna Google’dan bakmaktan vaz gecsen iyi olur, baksana firtina sagnak dedin, ortalik gunluk guneslik” diyor…

Benim bekledigim soguk, yagmur ve firtina bize ugramadan Istanbul’a gitmis, Mehmet soyluyor telefonda “anlamadim bu nasil sonbahar, kara kis geldi, donduk diyor”…
“Gitmeyecektin bir yere Roma’dan, ben sana kal demistim” diyorum…
Bu haftayi gunleri ortalama 10’ar saat calisarak gecirdim… Yarin onemli bir toplantida konuk olarak “kok hucre” uzerine konusacagim… Konusmam 11.00 ‘de… Saat 16’da Genevre’ye ucacagim, orada da baska bir toplanti var…

Bu kadar lafi, “ben sizi ihmal etmiyorum aslinda” demek icin yazdim simdi gecenin kòrùnde… Gùlcin’e sòz verdim ve genellikle de tutuyorum artik, erken uyuyorum. Bugun haric, slaytlarima soyle bir baktim tekrar…
Aklimdasiniz… Nasil olmayacaksiniz ki? Bu kadar detayla ve ozenle yazilmis mektuplariniz sizin beni ne kadar ciddiye aldiginizi gosteriyor…
Ben de sizleri o kadar ciddiye aliyorum…
Bir onceki yazidan baslayarak, hepinize tek tek cevap verecegim ama bana 4 gun izin verin lutfen… Sonra herseyi konusacagiz yeniden…

O zaman kadar once gulumseyin ki bulutlar gitsin…
Sonra yurumeye baslayin… Su icmeye de… tartilari yatagin altina itin gitsin… Bir de ne yerseniz yiyin simdilik ama servis yaparken, son kasigi tencereye geri koyun…

Hani haftada birgun hic hayvansal protein yemiyorum demistim bir aralar… Siz de yapin, mesela o gun Pazartesi olsun…
Beklemeyin, 4 gun ne ki demeyin, siz bir yerden baslayin… Arkasi nasilsa gelecek…
Hadi gùlùmseyin artik…
Hepinize sevgilerimi yolluyorum…

9 Ekim 2010’Roma

P.S: Mango soyluyor “Rondine” ve Laura Pausini’den “dove sei” yani “nerdesin”…

P.S1: Benim favorim hala "ekmek arasi corba" baktikca gulumsuyorum...

4 Ekim 2010 Pazartesi

BIZ NERDE HATA YAPTIK?

Cuma gunu Lorenzo ile oglen yemeginde bulusuyoruz... Restoranin adi Paradiso Terrestre yani yeryuzu cenneti demek... Cok formal, fazla suslu, fazla firfir, kadife, saten dolu bir seramoni restorani...

Epey zaman once, Lorenzo ile yine orada bulusmus, ozene bezene baliklarimizi secmis, tam seftali kokulu bir saraptan ilk yudumlarimizi alirken, “senin keyfin mi yok” deme gafletinde bulunmus, Lorenzo da, bagira cagira, hatta zaman zaman gozlerinden tek damlalik yaslar akitarak, o zamanki sevgilisi, simdiki karisiyla kavga ettigini, onun valizini toplayip cekip gittigini, onsuz asla yasayamiyacagini, hatta nefes bile alamayacagini sadece bana degil, o gun orada yemek yiyen herkese mecburen dinletmisti...

“Donmeyecek degil mi, sen anlarsin ? “ deyip duruyordu her iki cumlenin ve burun cekmenin arkasindan...”Doner herhalde” diyordum... Lorenzo beni o gun o kadar cok bunaltmisti ki, bir balik yemegine verilecek en sacma isimle “ sebze tùlù altinda, deniz esintisi” isimli ve ustu kabak ve havuc rendesiyle kaplanip firina verilmis kalkan filetosundan baska birsey olmayan yemegim burnumdan gelmis, ask uzerine “giderken yuzune baktiysa son bir kez, o zaman mutlaka doner, bakmadiysa herhalde donmez” cinsinden buyuk laflar etmis, sonra yemedigimiz yemeklere bir dolu para odeyip, kalkip bir de alisverise gitmistik...

Lorenzo’ya buyuk, her bir yuzu baska renk bir is cantasi, o arada bana da Gulcin’in hala “boyle bir seyi insan nasil alir?” diye sormaktan bikmadigi, seffafca ama koskoca pullarla orulmus bir canta almistik... Yarim saat sonra aklim basima gelmis, "ben nerede hata yaptim" deyip duran Lorenzo'ya, “Hadi sen ask acisi yuzunden ne yaptigini bilmiyorsun, bana ne oluyor ki simdi?” demistim sonradan elimdeki gereksiz cantaya bakip bakip...

Herneyse...

Oturuyoruz, yemekleri de ben seciyorum... Patesle kaplanip firina surulmus levrek filetosu, salata ve birer dilim ekmek yiyecegiz, birer kadeh te sarap icecegiz...

Guzel secim diyor, guzel secim diyorum...

“Allora”, diyor.. “Allora... Raccontami...”

Eskiden sarkilari dinliyordum, simdi goruyorum diyorum... Hepsini, butun sarkilari... Inanilmaz birsey bu... Ahmet diye bir arkadasim bana gecen sene “sen galiba kafayi yedin gùlùm” demisti...
“Herseyden kararinca yemek gerekir” demistim cevap olarak...

Bak dinle su sarkiyi.... Ve benimle birlikte gormeye calis...

Ne oldu da biz bu duruma geldik?





















Az mi sevdik?
.
.
.


















.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.

Cok mu sevdik?


.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.


















Biz nerde hata yaptik? .
.
.
.
























Dusunuyorum...?

Bulamiyorum...



Isin icinden cikamiyorum....

Simdi gordum...
.
.
.




















.
.
.
Cok sasirdim...






Yeni mi geldin?

Burda miydin... diye gidiyor iste sarki...

Oyle iste... Nereye baksam, beslenme var artik...

Butun bunlarin sebebi de aslinda Bahar... Iki yil once benimle birlikte zayiflamisti, onun oykusuyle basladi blogdaki dogru beslenme yazilari, cok zor gecen bir kisin arkasindan 3 kilocuk almis... Ama deniz kiyisinda Kamil Hoca bize koz helva icinde dondurma getirirken hic hayir demedik, ustune bir de gidip cay-pogaca yedik, yetmedi aksamina dev gibi kolalarla cekirdekler citledik... Tandir-pilav yerken aklimizda degildi bu sarkilar... Cunku yanlislarimizi temelden duzelttik...

Simdi sinif acilsin diye bekleyen bir grup var...Ama ben soylenecek herseyi soyledim, yazilacak herseyi yazdim, ayni sorulara onlarca kez cevap verdim, tekrar tekrar anlattim bildigim hemen hemen herseyi...

Yanlisimizin nerede oldugunu bulmadan, onu nasil duzeltecegiz...?

Gelin once sizce kilolu olmaniza neden olan hangi aliskanliklarinizdir onu tartisalim birlikte...Gelin kendimize soralim "biz nerde hata yaptik?"

Hadi gelin, bu kez siz anlatin... Once konusalim, analiz edelim sonra duzeltelim... Gecen sfer basari oykuleri arkadan gelmisti, simdi analiz mektuplari onculuk etsin bize... Hatta herkes kendi sarkisini secsin, gulumseyelim... Hatta en iyi "anlatani" secelim beraberce...

Ve Bahar’cigim senin sarkin baska simdi... “gulumse, hadi gulumse bulutlar gitsin”...Sakin oyle telefonlarda aglama...

Baris koca cocuk, Istanbul’da kimse acliktan òlmez inan bana, hatta kilo alip donecek 1.yari yilin sonunda... Sonra bana yazacaksin, Baris cok kilo almis, ne yapsak diye, deniz kiyisinda Kamil Hoca’yi bayiltacagiz sadece bu konudan bahsedip yine....

Yine yaz gelecek, ben gelecegim yine, ellerim ceviz lekesi olacak, tirnaklarim kapkara... Sen sardin butun bu isleri basima diyecegim, sakizli dondurmalarimizi yerken...

P:s: Demet Akalin soyluyor, Biz Nerde Hata Yaptik...

4 Ekim 2010'Roma

1 Ekim 2010 Cuma

BANA HERSEY SENI HATIRLATIYOR....

Lorenzo ile oturuyoruz salonda... Sangiovese di Romagna, Le Cernaie sarabi iciyoruz.. Sisenin uzerinde av eti icin uygundur yaziyor ama ben buyuk bir peynir tabagi hazirliyorum Lorenzo’nun aksam yemegi yemedigini bildigimden... Aksam yemegi yemiyor, yese de et yemiyor...

Benimse niyahet, uzun zamandir sevdigim biriyle icmek uzere sakladigim bu sarabi actigim icin ozel olarak keyfim yerinde...

Lorenzo cok eski arkadasim... Italya’da bir insan benim icin ne kadar eski olabilirse, o kadar eski... “deli doktoru” diyor kendisine, cok yakisikli oldugunu bilmiyormus gibi davraniyor, arkadaslarina karsi hep biraz vefasiz ama bu benim cok ta umurumda degil, gorustugumuzde iyi vakit geciriyoruz, “bir daha gorusene kadar kendine iyi bak” deyip ayriliyoruz, zaten daha fazlasina zamanimiz yok ve benim dogum gunumun hatirlanmasindan daha cok onemsedigim seyler var “arkadaslik” adina hayatta...


“Sana bir sir verecegim, daha dogrusu yardimina ihtiyacim var “ diyorum...
“Nihayet deli oldugunu kabul ediyorsun galiba” diyor...
“Ediyorum” diyorum, “gulmeyecegine soz verirsen anlatabilirim”...
“Gulerim” diyor... Sonra ciddi oldugumu anlayip, susuyor...

Anlatiyorum... O kadehini hafif hafif sallayarak dinliyor yuzume bakip... Onun yuzune kadehin isiltisi ve sarabin kirmiziligi anlik dalgalar halinde vurup geciyor... Rastgele bir CD alip playere koyuyorum... Bach ...

“Dinliyorum” diyor...
“Anlatiyorum” diyorum...

Cok siradan bir hikaye gibi basladi hersey... Oylesine, herhangi birini ya da herhamgi bir seyi merak eder gibi ilgimi cekti... O gune kadar cok ta basimi cevirip bakmamistim, yapacak daha guzel, belki daha ozel, kesinliklikle de daha onemli seylerim vardi...

Tanidikca, bildikce ilgim artti... Hep daha cok zaman ayirmaya, baskalarinin zamanlarindan calip, onunla ilgilenmeye, daha cok merak etmeye basladim...

“Eyvah eyvah...” diyor bir parca cevizli tronchetta peyniri yerken...

“Evet” diyorum, “Eyvah eyvah”... Sen beni tanirsin... Inandigim bir sey tutkuya donusur bende... Iste ona da cok inaniyorum”...

“Iyi de bunda delilik nerde ?” diyor, gulumsemeye korkarak...
Iste diyorum, tutku artik guvenlik cizgisini gecti sanirim... Gecelerimi, gunduzlerimi kaplamaya basladi son iki senedir... Sabit fikire donustu...

Ondan baska bir suru sey dusunuyorum ama onu da dusunuyorum...

Gunduzleri, geceleri, yemekteyken, tatildeyken, uyumak uzereyken, henuz uyanmisken, gozlerimin kenarlarindaki cizgilere bakarken, sinemaya gitmeden once birseyler atistirirken...

Hic ilgisiz anlarda oyle birdenbire birsey bana onu hatirlatiyor...

Ona dair yuzlerce sayfa yazi yazdim... Ne kadar anlatsam, anlatmadigim birsey kaliyor... Galiba ciddi bir bicimde yasantima girdi artik...

Beni endiselendiren sey, artik sarkilari bile sarki gibi dinleyemiyorum... Mutlaka ama mutlaka bir cumle ona dair soylenmis oluyor...

“butun sarkilarda mi” diyor, “evet diyorum, butun turkce sarkilarda, hepsinde, en sacma sarkida bile, mutlaka bir cumle onun icin, ona dair, ona ozel gibi geliyor bana ve bu durumdan hic mutluluk duymuyorum acikcasi...

“Himmmm” diyor... Duruyor tekrar “himmmmmmmm” diyor...

“Herseyi bosver ama sarkilari tekrar sarki gibi dinlesem keske” diyorum... “Yardim edeceksin degil mi? “...

“Su sarki isini biraz daha acikca anlatsan” diyor...

Yarin ogle yemeginde bulusalim, balik, bol yesil salata ve bir dilim ekmek yiyelim, o zaman sana anlatacagim diyorum...

“Guzel bir menu” diyor...
Evet cok guzel diyorum...

Aklima geliyor birden, hani bir sarki vardi,

"hatiralar sarmis dort bir yanimi
baktigim heryerde izin duruyor..
ben seni dusunmek istemesem de
bana hersey seni hatirlatiyor...

simdi dinledigim tum sarkilarda
bana hersey seni hatirlatiyor....

diyordu...

Iste tam onun gibi...

Devamini da anlatmak istiyorum... Artik basladim bir kere...

p.s: Metin Senturk soyluyor...Bana Hersey Seni Hatirlatiyor

1 Ekim 2010’Roma