Mutfak penceresinden disariya bakiyoruz... Bak yapraklar dokulmeye basladilar bile diyorum, belki degisik renklerde toplayip bana getirirsin birkac tane... Burnunu cekiyor.. Hava cok sicak.. Cok nemli.. Cok yapis yapis... Ama ruzgar var.. Gunes gokyuzunde ama, gokyuzu grimsi...
Anne bu mevsimin adi ne diyor.. Bu mevsimin adi Roma diyorum..

26 Temmuz 2010 Pazartesi

HEPSI SIZIN SUCUNUZ...



Hepsi sizin sucunuz…

Esit haklar dediniz, esit sartlar dediniz…

Nereye koysalar sizi calistiniz, elinizin hamuruyla, ne is olsa yaptiniz, guclendiniz, yilmadiniz basardiniz…

Ama galiba biraz abarttiniz….

Yok arabanin kapisini acmasin, yok hesabi odemesin, yok o bana evlenme teklif etmesin…

Yok ben kendi ayaklarimin uzerinde dururum, kariyer de yaparim, cocukta yaparim, ustune ustluk guzel de kalirim dediniz…

Buyrun bakalim…

Kayboldu kimlikler… Karisti daha dogrusu…
.

Ben size soylemistim… Parfumerilerde erkek reyonlari gittikce artiyor demistim… Erkek urunleri kadinlarinkinden daha dogal ve kaliteli demistim… Bu metrosexuellik filan pek iyiye isaret degil demistim… Onlarin cantalari kadinlarinkinden daha modern ve hos demistim...Iskandinav ulkelerinde anneler daha cok para kazandigi icin, dogum iznini erkek aliyor, hatta komsunun bebegine de baby sitterlik yapiyor demistim…

.

Tamam yemek pisirsinler ama hemen tv’nin karsisina kurulmayin, bari sofrayi siz kaldirin demistim…

.
Artik ok yaydan cikti… Roller degisti… Hazirlayin omuzlarinizi, cok baslar yaslanacak aglayarak o omuzlara…
.

Ne olurdu yani karissalardi hic degilse bluzunuzun birazcik acik yakasina, eteginizin boyuna…? Ne isin var elin adamiyla is yemeginde deselerdi, dayilansalardi azicik…?
.
Ne olurdu yani, kendilerini herseyin sorumlusu, Conan kadar guclu, Tommix kadar yakisikli, Tarkan kadar dayanilmaz, Celik Blek kadar esprili, Red Kit kadar iyi huylu, Kizil Maske kadar tehlikeye dayanikli filan sanmaya devam etselerdi, size ne zarari vardi bunun?

Simdi isiniz yoksa, zor zar pantolon utulemeyi ogrenmis erkeklere, eteklerdeki pileleri ust uste getirmeyi ogreteceksiniz bir de bunca isinizin arasinda…
Ne yapalim, siz kendiniz istediniz… Ben size bu kadar abartmayin, birakin cok istiyorsa yagmurda semsiyenizi o tutsun demistim…
.
Dinlemediniz….
.
P.S: Giusy soyluyor "ma che freddo fa" (ne kadar soguk)... hadi bakalim cikartin hirkalarinizi, verin beylerin omuzlarina....

P.S2: ikinci bir sarki ekledim, birden bire aklima geldi... "Erkek guzeli."... Cok uydu bence...
.
26 temmuz 2010 ‘Roma

22 Temmuz 2010 Perşembe

KAC HAYAT VAR?



35 yas yolun yarisiysa, ben neresindeyim o yolun?


Bu benim kacinci hayatim?


Hangi siir, hangi hikaye, hangi masal ya da hangi sarki anlatacak bana benim hayatimi?

Hic sormuyorum kendime kac yasindayim diye... Siz de sormayin... Ne bana ne kendinize...

Dogum gunum calisarak geciyor... Ama cok guzel geciyor... Ne cok telefon aldim bugun...


Dunyanin dort bir yanina sacilmis aile bireylerim, dostlarim, sevdigim ve hep sevecegim insanlardan ne guzel dilekler geldi... Kac dilde konustum bugun telefonlarda, kac dilde mesaj yazdim mektuplara, mesajlara...

Ne cok guldum, gulumsedim onca is arasinda...

Kac yasindayim diye sormak aklima bile gelmedi...

Federico bana armagan olarak yaptigi resmi bitirememis... Sabah erkenden kalkip verdi, yumuk yumuk gozlerle...Bir ayin icinde gece ve gunduz... Yarim haliyle bile guzel... Hayati resmetmis bilmeden...

Kac hayat var bilmiyorum... Kac yol var gidilecek... Ben simdi varim... Anneyim, evladim, dunya tatlisi bir terazinin kucuk kardesiyim... Arkadasim beni oyle kabul edenlere... Sevgiliyim degerimi bilenlere...


Herkes kadar varim, herkes kadar degerliyim, herkes kadar ozel, herkes kadar “bir tane”, herkes kadar onemliyim...

Ben ozel gunleri pek sevmem... Bugunu cok sevdim bugun...


Galiba kac yasinda oldugumu hakikaten hic umursamadigim bir dogum gunu oldugundan...
.
Yolun neresinde oldugumu anlamak icin geride kalana bakmadigimdan... Yarini merak etsem de, bugunu iskalamadigimdan...
.
Buyumek bu mu sizce...?
Yoksa bu “hayatin degerini anlamak” mi?
.
Varim... Iyi ki...
.
.
P.S: Bugun Biaggio Antonacci benim icin soyluyor, "kac hayat var.."

22/7/2010’Roma

19 Temmuz 2010 Pazartesi

YEMEK TE YAPARIM, KARIYER DE :-))


Ben bu isin bu kadar uzun surecegini, ustelik tam da bu gunlerde sehrin dort bir yaninda yapilacak isler olacagini, ve tam o sirada Roma’da havanin delirip 40 °C’lere vuracagini bilseydim, sivri tirnaklarina mavi yaldizlar surmus trafik polisine oyle donuk donuk, tepeden tepeden, “al istersen ehliyetimi de, ne olacak ki yani” havasinda bakar, hemen bir araba kiralayalim diyen Antonio’ya “bosver simdi, bir de onun islemleri girmesin araya” dermiydim hic...?
Muhtemelen derdim de...
.
Na’palim gecti iste 10 gun...
.
O arada calistigim yere arabasiz ulasmanin zorlugunu anlamis oldum, cok guzel bir ekmek firini kesfettim, metronun cikisinda harika kahveler yapan baska bir barim oldu, metroda 3 degisik gazete dagitildigini, bu sicak gunlerde gunde 70.000 sise suyun gelene gecene armagan edildigini filan ogrendim... Bir de, ne kadar araba bagimlisi oldugumu ve cantamin ben Mary Poppins olmadigima gore ne kadar gereksiz buyuk ve ne kadar gereksiz ivir zivirla dolu oldugunu da...
.
Siz kotu haftada ne yapacaginizi ogrenmek icin beklerken, ben sizden biraz daha onde oldugum icin, bu donemi 4 kilo vererek kapattigimi soyleyeyim... Cook yavas yavas alinmis 4 kiloydu, aslinda olcumlere gore fazla kilo sinifina girmediklerinden, verilmesi daha zor olan kilolardandi, ama iste iyi hafta-kotu hafta derken hic zahmetsiz verdim gittiler... Aslinda bu vesileyle, uyku ve kahvalti duzeni dahil cok seyi yoluna koydum, 1 ay oncesinden duzenli yemek yemege, ara ogunlere, iyi uyumaya basladim sonra da metabolizmami biraz sarstim diyelim...
.

Kotu haftaya gelince, guzel ve her zamanki gibi degisik secimlerle kahvaltinizi yapiyorsunuz, ara ogun yine sadece sabah ama biskuvi, ceviz-badem seceneginiz yok, yogurt ve meyve yiyorsunuz, oglen yemegi de dahil olmak uzere, ekmek, pilav, makarna, patates, borek, tost filan yemiyorsunuz. Mutlaka protein de iceren bir sebze yemegi (etli fasulye gibi, ama etli dolma degil ornegin) ya da izgara et, izgara balik yiyorsunuz yanindaki sebze garniturunu hergun degistiriyorsunuz ve her zamanki gibi yaklasik 1 kasik zeytin yagi ile pisiriyorsunuz yemeklerinizi.
.
Aclik duygusunun olmamasi gerekir, varsa almaniz gerekenin altinda protein aldiginiz icin olma olasiligi yuksektir...
.
Ben 2 iyi, 1 kotu haftayi yeterli buluyorum. Sonra yavas yavas once oglen ogunlerine sonra da abartmamak kaydi ile aksam ogunlerine karbonhidrat eklemeye baslayabiliriz...
.
Aksam yemeklerinde karbonhidrat alimini enaz duzeye indirmek aslinda kilo korumak icin de uygun bir yontem. Yemeyin demiyorum, dikkatli yiyin diyorum. Eger pilav varsa, corbanizi ekmeksiz yiyin ornegin. Eger cok fazla yediginiz bir gun gecirdiyseniz, sakin sucluluk duymayin, sonrasindaki iki gun, kotu haftanin kuralini uygulayin... Yani guzel bir kahvalti, oglen ve aksam karbonhidrat yok...
.
Bu arada su icmeyi ve ne kadar olursa olsun hareket etmeyi ihmal etmeyin...
.
Bugune kadar bu blogda soylediklerimin hicbiri ozellikle zayiflamak icin verilen diyet ornekleri degildir. Onlar kisiye ozel hazirlanir, pek cok faktorun goz onune alinmasi gerekir, daha rijid donemlere gereksinim duyabilir. Ama sizler sadece aldiginizla harcadiginizi dengeleyerek, beslenme tarzinizi biraz duzene sokarak, kendiniz ve yakininizdaki herkes icin cok akllica bir secim yaptiniz, ustune ustluk bir de zayifladiniz...
.

Guzel yemek pisirmeyi bilmek, “fit” gorunmeye engel degil... Hele yiyip-icmekten keyif almaya hic mi engel degil...
.
Isin sirri dengede...
.
P.S: Yemeklerin hepsini ben pisirdim... Yarmali ayran asi bizim evde kisin sicak, yazin soguk icilir, ben yarmayi buharda pisirdim...
.
Karniyarigin tarifi annemden, fazladan bir tek sarimsak koydum, Cafe Fernando’nun tarifinden alip... Bir de annem son yillarda kizartmiyor patlicanlari –ben kiziyormusum-.. Ben bu seferlik soyle bir hizla cevirdim yagda...
.
Fransiz usulu, fasulyeli mantarin tarifi de annemden...
Cok lezzetlidir gercekten, ama yok istemem derseniz, Turk usulu zeytinyagli fasulye pisiririm... Soganlari biraz buyuk dogranmis aceleden ama tadi guzeldir... Cok beklenmedik bir anda gelenlere de hicbirsey bulamasam, sarisi dagilmamis yagda yumurta, ya da soya filizli salata yaparim...
.
Yani o kadar yemek blogu yapamam, ama yine de ac birakmam kimseyi...
.
Ustelik, Puglia’li bir babaannenin, torununun annesinden, “hani o senin sade risottondan pisirsen bugun” (pilavdir kendisi) ya da “ bu corbayi yapiyorum ama seninki kadar guzel olmuyor bir turlu” (kars usulu, tavuk corbasi) demesi o kadar da siradan birsey degildir...
Babannedir, Italyandir, 3 erkek cocuk annesidir ve Pugliali’dir...
.
Bilmem mesajim yerine ulasti mi...?
.
.
P.S2: Giusy Ferrero sizin icin "yaz" sarkisini soyluyor...

19 Temmuz 2010’Roma

14 Temmuz 2010 Çarşamba

AH BEN...

"geçen gün taa romalar’dan yazan, popüler mi popüler ünü daim olası bir hanımın blogunda rastladık, ki kendileri de çok sevgili oğlunu babası ile tatillere göndermiş, balık pişirmiş yanında da bir salata bir dilim bilmem ne ekmeği!

canımız balık çekti, derin dondurucuda eşelendik birkaç arttırılmış kıraça ile istavrit arası balık bulduk!

tabii bizim kilo estetik, dolayısıyla beğenilme diye bir kaygımız olmadığından korkumuz da yok! bir keresinde babiş, “babiş göbeğinin hali ne böyle” dedi; dedik ki, “babalar göbekli olur” bu bahisten kurtulduk!

bu nedenle balığı bol yağda kızarttık, salatanın da yağını limonunu esirgemedik, ekmeğimizi suyuna banıp karnımızı doyurduk; baba olmanın hazzını yaşadık, şükrettik!"


diyor buyuk babis son yazisinda...

Simdi ben kendimi nasil savunayim?

Daha dogrusu savunayim mi?


Yoksa, bu yazida satir aralarinda sakli olan kucuk ovguye bakip, simdi yaptigim gibi gulumseyeyim mi? (bana oyle gelmis de olabilir...)

Benim yaptigim balik lezzetli gozukuyor olmali ki, babis’in de cani cekmis... Afferim bana...(iyi ki zeytinyagli bamyanin fotografini ve hikayesini koymamisim, her zamanki savunmasiz durustlugumle....)

Bizim kilo, estetik ve dolayisiyla begenilme uzerine kaygilarimiz olabilir, hic te utanmayiz bundan ama hayatimizin orta yerine kiloyu degil, sagligimizi koyuyoruz, butun bu caba da onun icin...
Hayatin tadi kacmasin, sevdiklerimizin yaninda daha uzun zaman kalalim, ihtiyaclari oldugu surece yakinlarinda bulunalim, hayat cok guzel, guzel yasayalim diye asil derdimiz...




Derdimiz, bir masada oturdugumuzda yedigimiz herseyin tadina varalim, sucluluk duymadan yiyelim, lokmalarimizi saymayalim, aklimiz hicbir seyde kalmasin, bizim icin hazirlanmis sofralardan “oh.. canimiza degsin diye kalkalim ve bunun icin kilomuzu biraz kontrol altinda tutalim,saglikli beslenelim, sagligimizi koruyabildigimiz kadar koruyalim...
.
Onun icin, ben de baligi bol yagda kizarttim, onun icin salatamin sosuna ekmegimi bandim, sukrettim... Olsaydi eger uzerine biraz da tahin helvasi, yerdim... Oyle yeni moda, eski koye yeni adet, sicak filan degil, bildigimiz en siradan haliyle tahin helvasi...
.
Hic boyle tabaklar onerdigim olmus mudur benim? Bakmak bile keyfimi kacirir..

Babalar gobekli olur hikayesine gelince... Susayim daha iyi... Ya da bu konuda daha genis bir zamanda konusayim...
Ekmege gelince... Ah sevgili Babis, bizim sokagin kosesinde su borekcisi yok ki kahvaltida borekten bahsedeyim... “Firindan ekmek aldim, eve gelene kadar elimle koparip yarisini martilara attim, yarisini kendim yedim” diyeyim...



Sabah simidi, cay esliginde cekilmis fotograflarim nereden olsun benim...?

Bizim koyde Napoli ekmegi var, Castelli ekmegi var, Genzano ekmegi var, Lariano ekmegi var, Istanbul ekmegi yok...

P.S: Eros Ramazzotti’nin sarkisi buyuk babis ve kucuk babis icin olsun... "babacigim, merak etme yemegimi yedim, seni aramasam da, hep aklimdasin, senin istemedigin turden arkadaslarim da yok uzulme diyor..

P.S 2: Bu gece ikinci haftanin sirlarini verecegim. Bir de ben bugun tartildim, onu soyleyecegim...
.

.

14 Temmuz 2010’Roma

12 Temmuz 2010 Pazartesi

BU MUYMUS?

Hava sicaktan da ote... Nemli, yapis yapis... Nem bulutuna elinizi uzatsaniz dokunacaksiniz neredeyse... Balkondaki ciceklere huzunlu huzunlu bakiyorum, sonra panjurlari neredeyse tamamen kapatip air condition’u aciyorum... Bu sabah Turk kahvaltisi yapacagim evde ne varsa onunla...
.
Bir dilim kepekli ekmekten sucuklu tost, 1 rafadan yumurta, 10 tane “datteri” domatesi, bir kasik zeytinyagi, biraz zahter, 3 incecik dilim beyaz peynir...

.
Sucuklari 1:Can getirmisti Como’dan... Tostumun icinde sadece 2,5 parca var...

Rafadan yumurtayi benim istedigim gibi bir tek annem ve kendim hazirlarim. Sarisi pismeyecek, beyazi da ancak hafifce, incecik bir tabaka olarak pisecek...

Zahteri, Seda’nin soyledigi usul yiyecegim, yani ekmegi once zeytinyagina, sonra zahtere banacagim...

Datteri hurma demek.. Datteri domatesler, ayni hurma bicimi, Ragusa’dan yani Sicilya’dan geliyorlar. Cherry domatese gore daha ince kabuklu ve daha domates kokulular...
(buradaki adi ciliegge, kiraz demek o da)
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Caydanliktan keyifli sesler duyulmaya basliyor, cay zengini dolaba bakiyorum uzun uzun ve Mehmet’in bana gitmeden once biraktigi acik cayi demlemeye karar veriyorum...
.
Sehpayi divanin onune cekiyorum, kitabimi okuya okuya kahvaltimi yapiyorum...
.


O sirada Antonio ariyor. “Biz geliyoruz, gidip annemi alacagiz, aksam evdeyiz” diyor... Memnun oluyorum... Sivil toplum orgutleri asiri sicak yuzunden surekli uyarilarda bulunuyorlar, Federico bir tatil koyu odasinda kapali olmasin, evde gozumun onunde olsun daha iyi diye dusunuyorum...





Hizla evi topluyorum, arada bir kase buzlu cacikla ara ogun yiyorum bir yandan da aksam yemegi icin planlarimi yapiyorum.
Kendime oglen yemegi olarak “hayatta en kotu pisirdigim yemek yarismasinda” kesinlikle 1. olacak bir zeytinyagli bamya yemegi yapiyorum.
.

.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.Annemin, korukla pisirdigi, sapsari, dipdiri bamya yemegini dusununce, benimkine yemek te bamya da denmeyecegi acik ama konserveyi bana taa Como’dan tasiyan 1. Can’in hatirina yiyorum kendi yarattigim sahaseri (!).
.
Aksam yemegi icin menude, Federico'nun siparisi olarak, biftek, pilav, salata ve zeytinyagli fasulye var... Federico icin ekstradan biraz patates kizartacagim... Ben pilav yemeyecegim. Ekmek te yemeyecegim...
.

Bizim bu hafta yaptigimiz sey, buyume hormonunun (GH) bioritminden faydalanarak, vucuttaki yaglarin harcanmasina yonelik bir program. Internette ismini yazinca, bu isimle ama cok alakasiz ve benim asla hemfikir olmadigim bir diyet ornegi ciktigi icin yazmiyorum. Ama yaptigimiz sey, aksam saat 18.00’den sonra karbonhidrat almamak... Buna meyve de dahil... (fasulyede de karbonhidrat var demeyin ne olur)...

Yani guzel bir kahvalti, orta dereceli bir oglen yemegi (sebze, protein agirlikli ama pirinc, bulgur, patates veya ekmegi haric tutmadan ve protein miktarini abartmadan)... Ara ogun tercihen 1 kez ve sabah-oglen arasi...


Bu programi, gecen yildan beri beni izleyenler ve artik kilo vermesi duranlar icin yaziyorum... Biz iki hafta icinde gaza basip, fren yaparak metabolizmamizi biraz harekete gecirmeye calisacagiz...


Yani yeni gelenler icin degil soylediklerim...


"Bu muymus ? " diyenler varsa icinizde, deneyin ve gorun diyorum...

Yarin ikinci haftanin yani kotu haftanin kurallarini soyleyecegim...

.
Hepinize iyi haftalar...

.
p.s: Fotograflar cok kotu cikmis. "Makine yeni, evin panjurlari inik" filan diye bahane bulmayacagim. Ben fotograf cekmeyi ve zeytinyagli bamya pisirmeyi biliyorum demedim ki hic...
.
12 Temmuz 2010’Roma

11 Temmuz 2010 Pazar

SOYLEDIKLERIMI YAPIN AMA YAPTIKLARIMI...? EH ISTE; HER ZAMAN DEGIL....

Mutlaka birsey bulmaya kararli kadin polisin, sivri tirnaklarina gozumu dikiyorum, sorulara tek kelimelik cevaplar veriyorum, kaybedecegim zaten belli , mutlaka bir ceza odeyecegim ama bari sirtim yere gelmesin... "bu seferlik..., yarin sabah hemen..."lerle baslayan caresiz cumleler kullanmiyorum... Sirtim yere gelmiyor ama, umdugumdan da kotu durum...

Bu haftayi arabasiz gecirmek zorunda olmak, ruhsati geri almak icin kimbilir hangi kuyruklarda, kimbilir ne vakitler harcayacak olmak, her biri sehrin baska bir kosesinde farkli yerlere gitmek zorunda olmak bile keyfimi kacirmiyor benim...

Ne yapalim... Bunlar da hayatin bir parcasi... Dikkat etmek, belgeleri kontrol etmek, hangi kontrol ne zaman yapilir, nereye ne pul yapistirilir, neyin zamani ne zaman geliyor da hatta 1 seneyi geciyor bilmek gerekiyor... Ustelik bu eksigin, ufak bir memurun yari maasini odedigim yillik kontrolun ertesi gunu cikmasi da kotu bir saka gibi... Gulmuyorum ama uzulmuyorum da... Kagitlari da, anahtari da arabayi da birakip eve donuyorum...

Sabah erkenden kalkip hazirlaniyorum... Canim kosturmak ve kahvalti yapmak istemiyor. Hava simdiden cok sicak. Taksi cagiriyorum, sofore basima geleni anlata anlata gidiyorum. “Aslinda iyi olmus, bir kaza filan yapsaydiniz, sigortaniz odeme yapmayi kabul etmezdi” diyor. Avrupa Toplulugu kurallarina gore cikartilmis bir “devlet kontrolu” imis, arabanin normal muayenesi olsa bile yaptirmak mecburi imis, ismi “revizyon” imis... Iyi de, bu Avrupa Toplulugu kurallari bize gokten inmiyor ya, haber veremezler mi diyorum, vermezlermis...

Avrupa Topluluguna uye bir G8 ulkesinde hayatin karmasikligina basimi sallayarak barin bahcesindeki cardagin altina oturuyorum... Taksiler kendilerine ayrilan yolu kullandiklari ve ben bunu dusunemeden erken ciktigim icin, ise baslama saatinden cok once ulasiyorum... Olsun hic acelem yok...

Kahvalti etmek icin biraz kendimi zorlamaya karar veriyorum ve 1 fincan cappuccino icip, incecik bir dilim kek yiyerek basliyorum gune... Bardaki gazeteler 3 gun oncesinin ama olsun, 3 gun sonrasinin olsa, bana gelecekten haber verse bile umurumda degil pek ne olup ne bittigi... Hep ayni seyler tekrarlanip duruyor ve biz de alkislasin diye para verilip salona yerlestirilen “clack” ‘ci seyirciler gibi on siralarda oturuyoruz...

Bugun oglen icin yanimda birsey yok, yemege gitmeye firsatim da olmuyor. Ama kilo kaybetmemek istiyorsaniz, bunun icin en uygun yontem ogun atlamak ve kalori miktarini cok dusurmektir... Saat artik 3’e gelirken, yemekhane neredeyse kapanacakken, telefon ediyorum ve “bana yiyecek birseyler yollamaniz mumkun mu?” diyorum. “Pek birsey kalmadi ama, ben hemen ayarlarim” diyor ahci... Et yemek istemiyorum, balik sakin yollamayin lutfen, makarna da, risotto da istemiyorum bugun... Mozzarella ve icinde yumurta yoksa biraz da salata yeter “ diyorum...

Tepsi geliyor... Uzgun gorunumlu...Salatada yumurta varmis onun icin haslanmis sebze yollamis, memnun oluyorum... Patatesler “bonus” olarak konmuslar ve biberiye kokuyorlar mis gibi... Ekmek yemiyorum ama patateslerin tamamini yiyorum... (porsiyonlar gayet olculu eger dikkat ettiyseniz)

Gec vakit eve donuyorum, haftanin agirligi ve sicakligi var ustumde... Federico ariyor, “biz donerken babannemi de getirecegiz, tamam mi annecim” diyor. “Hem de nasil tamam, cok memnun olurum, iyi dusunmussunuz” diyorum... Etrafima bakiyorum, ev biraz daginik, yarin derleyip toparlarim hemen iki dakikada, Doina’da gelip temizler diye dusunuyorum. Mutfaktaki alisveris listesine hemen babannenin ictigi kahveyi ve onun da cok sevdigi yufka ekmegi benzeri ekmegi, ve fistikli salami ekliyorum...

Bir dus yapip, salondaki divana uzaniyorum...

Gozlerimi actigimda saat gecenin 3’u, artik yemek yiyemiyecegime gore, bir fincan sut icmeye karar veriyorum...

Uyanmak icin cok erken, ama tekrar uyumak icin gec degil... Hepinize simdiden iyi pazarlar ve iyi sabahlar... Yarin ben de bizim usul kahvalti yapacagim...

Artik yarin “iyi haftanin” sirrini ve kurallarini aciklayayim ve sizleri meraktan kurtarayim diyorum...

11 Temmuz 2010’Roma

10 Temmuz 2010 Cumartesi

IYI HAFTANIN 1. GUNU....

Sabah erkenden uyaniyorum... Federico’nun yoklugu evin havasina sinmis, her sabah yaptigim seyleri yapmamak garibime gidiyor... Yani kahvalti tepsisi hazirlamak yok, mayolari kurumus mu diye kontrol etmek yok, cuzdan yerine kullandigi plastik sakiz paketine cantamdaki bozuk paralari koymak yok, dadi gecikiyor mu diye saatime bakmak hic yok...

Bir yandan hazirlaniyorum, bir yandan da dusunuyorum... Bu hafta “iyi” hafta mi olsun “kotu” hafta mi... ?

Bu tanimlama hastalarima ait aslinda... Iyi hafta da, kotu hafta da bilimsel degerleri kanitlanmis, fizyolojik temellere dayanan, ozel amacli beslenme bicimlerinin uygulandigi haftalardir, merak eden acar, arastirir, bulur ve okur...

Iyi hafta ile baslamaya karar veriyorum... Oyleyse, bugun sut ile misir gevregi yiyecegim... Kural degil, ben oyle istiyorum... Ben misir gevregi dedim ama aslinda icinde her turlu tahil ve kurutulmus orman meyveleri var... Kucuk bir porsiyon yiyorum... Ara ogun yapmayacagim, cok canim cekerse, bir elma yiyebilirim...



Oglen yemegini evden goturuyorum... Boylesi bircok acidan daha kontrollu...


Yesil fasulye hasliyorum, bir kac domates, Biraz da cok az haslanip, 1 tatli kasigi yagda soyle bir cevrilmis lahana koyuyorum tabagima... (yesil, kirmizi, beyaz). 1-10-100 (1 tuz, 10 makarna, 100 su), ve bir tatli kasigi zeytinyagi koyarak “al dente” pisirdigim makarnanin ilinmasini bekliyorum, hepi topu bir kac kasik makarnanin uzerine biraz karabiber serpiyorum. Sonra bu da bana ait bir bonus olsun diye 1 kasik misir ekliyorum uzerine, yanina da saat 16,30 civarinda yemek uzere 25-30 gramlik bir ekmek-corek koyuyorum. Bu benim oglen yemegim...

Aksam uzeri 17.00 de ekmek coregimi yiyorum. Gec bir vakitte hastaneden cikip eve donuyorum. Bugun butun ulasim araclarinda grev var ve trafik karma karisik. Hava cehennem gibi sicak ve cok nemli...

Eve donuyorum. Artik bizim evde Turk televizyonu yok... Boylece bizim evin terazisinin bana “insan meslektaslarina oyle seyler soyler mi” deme riskini, ve bana sorulmadan fikrimi soyleme nezaketsizligimi de ortadan kaldirmis oluyorum..

Cherly Porter’in Mina in Black albumunu koyuyorum player’a ve biraz dinleniyorum...

Aksam yemegim cok basit... Erkenden yemek istiyorum bu aksam...Dil baligi filetosu yagsiz tavada soyle bir cevriliyor, uzerine taze cekilmis karabiber serpiliyor ve iki renkli bir salata yapiliyor..

Radicchio (bordo-kirmizi), yesil domates ve salatalik (yesil). Limon ve bir parca tuzdan baska birsey koymuyorum. Hepsi bu... Yatmadan once baska hicbir sey yemiyorum...

Bu iyi haftanin 1.gunu...

Yarin belki biraz daha acik olabilir hersey...

9 Temmuz 2010’ Roma

9 Temmuz 2010 Cuma

PASSO PER PASSO*...

Yagmur geliyor, hazir olun diyorum annemlere messengerde... Hic sasmiyor, 24 saat sonra Istanbul’a, 36 saat sonra annemlere ulasiyor Roma’da ne hava varsa... Gelsin diyor annem, her zamanki olumlu haliyle...

“Ne yediniz...?” diye soruyorum... “Cok guzel bir yer acilmis, iki gundur orada yiyoruz, sahipleri Van’lilarmis, sen gelince gelecegiz tekrar mutlaka” diyor annem... Babam, bana okumak uzere bir brosur almis... Her kahvalti menusu, ayri bir cicek ismi... Butun sevdigim seyler var... Kete, su boregi, kavut, otlu peynir, sigara boregi, balli ilitme, murtua, peynirli pide...”

Sonra annem, “sana cig kofte de yaptiracagiz, ozel siparis” diyor... Yillardir yemiyorum, gercekten cok seviyorum ama denk gelmiyor... “Valla ben hazirim” diyorum...

Federico, babasiyla kucuk bir tatil yapiyor... Yalnizim bu gunlerde... Zaten son aylarda hic yedigimin ictigimin hesabini tutmuyorum, hele son gunlerde iyice yaramazlik yapiyorum... Linda ile SAS’in restoraninda aksam keyifleri, yok Unita’nin panayirinda bira-cakma kumpirler, yok sekerci tezgahlari, Can ve Can ile lahmacun yemeler, Roberta ile cin borekleri, yumurtali princ pilavlari, Alberto ile parca pizzali oglen yemekleri filan... Kilo almiyorum ama bu elbette simdilik... Aslinda bazi kucuk sirlarim var tabii...

Benimle birlikte beslenme aliskanliklarini degistirip kilo verenlerin hemen tamaminin basina geldi... Yaklasik 1 yil sonra, artik kilo verilmemeye basliyor ve bu genellikle 10 kilo verdikten sonra oluyor...
Benim kilo fazlam yok ama yine de metabolizmami kontrol etmek icin uyguladigim kucuk sirlar var... Genellikle 1 ay sureyle uygularim ve hayatimda hic bir ozel degisiklik yapmama da gerek olmaz...



Iste annemlerle konustuktan sonra, bu hafta Federico’nun yoklugunu da firsat bilip bu yontemi uygulamaya karar veriyorum...

“Acaba en cok ne yemegi ozlerim ?” sorusuyla basliyorum, cogunuza sordugum gibi... Cevabim kizarmis barbun... Bizim evde balik cok piser ama Federico barbun'un yuzune bile bakmaz, balik diye bir tek levregi tanir, Antonio’ya yemesi zor gelir, bizim evde pek kizartma –hatta hic- yapilmaz ama ben cok severim...

Once renkli bir salata hazirliyorum...

Domates, radicchio (bir cesit kirmizi marul ama filizi yeniyor sadece), maydanoz, roka, kirmizi soganla koyuyorum...
.
Gecen hafta Filistin’li bir hastamin getirdigi zahtere (kutuda zathar yaziyor ve icinde susam, yabani kekik ve sumak oldugunu da nihayet ogreniyorum bu vesileyle),

bir kasik Dijon Maille cekirdek hardal (daha iyisini bilen varsa yazsin ama bence yok),
.
bir kasik zeytin yagi,
.
bir kac damla balzamik,
.
bir kac damla uzum sirkesi,
.
bir cay kasigi susam
koyuyorum...
.
Ekmek banip yenecek kadar lezzetli bir sos oluyor...
.
Baliklari iyice kuruluyorum...
.
Bol kizartma yagini, celik tavada yakmadan, kizdiriyorum
(iyi kizartma yapmanin sirri, iyi yag kullanmak, dogru tava secmek, kizartilacak besini asla soguk veya islak olarak tavaya koyup, yagin kizginligini azaltmamaktir) ...
.
Baliklari hafifce una buluyorum...
.
Barbun hassas bir baliktir, cabuk parcalanir. Onun icin sadece bir kez cevirerek kizartiyorum...
.
Once kagit havlunun uzerine, sonra servis tabagina aliyorum...
.
En sevdigim ekmek olan Napoli somun ekmeginden iki dilim cikartiyorum... Ekmek iki dilim gibi gozukuyor ama aslinda hepsi hepsi 35 gram...
.
Kendi kendime “elime saglik” diyorum...
.
Yarindan itibaren, “passo per passo” yani adim adim paylasacagim yaptiklarimi, soylemeden anlatacagim ne yapmaniz gerektigini...
.
Hic zorlanmayacagiz ve uzerimizden biraz yuk atacagiz...
Isterseniz tabii...
.
P.S1: Liga Bue'nin sarkisinin keyfini cikartin... "verdim gitti" diyor, kolay tavsiyeleri, hayal kiriklarini, iyi yapmayi bildigim yanlislari, yalnizliklari... Iki karton kutuya sigdi hepsi..
Burcu icin sectim bu sarkiyi...
.
P.S2. Linda'yi ve fotografimizin neden boyle puslu oldugunu ayrica anlatacagim... Gulecegiz birlikte
.

9 Temmuz 2010’Roma

1 Temmuz 2010 Perşembe

YAPARIM BILIRSIN....

Hani bir sarki vardi bir zamanlar…
“Gelirim seni bulurum,
O arada Roma’yi da yakarim” diye...
Yeterince korkmamis olabilir kizcagiz diye de, “yaparim bilirsin” diye bitiyordu sarki...

Galiba oyleydi, aslinda tam hatirlamiyorum...
Iste ben de Roma kazan ben ates demistim ya dun gece... Ben de yaparim bilirsiniz ama Roma’yi yakmadan... Cunku benim atesligim oylesine kuru gurultu, makarna suyu kaynatmak icin sadece...
Once Inci’den bir mail geliyor, “Mehtap Abla, dogum gunum, Trastevere’ye yemege gidecegiz, yeri daha sonra bildiririm, gelirseniz cok sevinirim” diyor... Inci gencecik, piril piril bir genc kiz... Turkiye’de istatistik okumus, burada master yapiyor, olumlu, guler yuzlu, incecik bir tay gibi zarif...

Daha ben ona cevap yazmadan 1. Can ariyor... Onun birinciligi benim ilk olarak onunla tanismamdan oturu, 2. Can’la tanisilinca verdigim bir isim, Oyle de kaliyor. O da gencecik... Makine muhendisi uzerine isletme muhendisligi masteri yapmis, burada uluslarasi bir sirkette calisiyor. Akilli, terbiyeli, iyi yetistirilmis bir genc erkek... Mehtap Abla geleceksiniz degil mi bizimle yemege diyor...

Aksama dogru 2. Can’dan mesaj geliyor... O da elektronik muhendisi... Uzerine isletme masteri yapmis... Simdi bu yaziyi okurken “ohooooo, gorucuye mi cikiyoruz ?” dedigine eminim... Roma’nin sosyal yasantisini, avucunun ici gibi bilen, cok neseli, elestiri kapasitesi yuksek, humour sahibi, yesil harekete yakin bir genc insan...

1. ve 2. Can’la aksam icin sozlesiyoruz... Onlar gec kalmak konusunda benden daha iyiler, ama bu kez, ben de elimden geleni yapiyorum ve hep birlikte sadece ve sadece 1 saat gec kaliyoruz...

Trastevere her zamanki gibi capcanli... Seftali rengi evler, kucucuk sokaklar, kucuk kucuk trattorialardan gelen mis gibi yemek kokulari, sari solgun isiklarin altinda siselerde degil surahilerde servis edilen badem kokulu Frascati saraplari, gul satan cingeleneler, el yapimi incik boncuk tezgahlari... Bir de biz...

Fotograf cektigimi goren 2. Can, Mehtap Abla ben sizi cekeyim diyor, hayir diyorum hepimiz olalim, bu sokaklar biz variz diye keyifli bu aksam, yoksa alip kartpostallarina bakarim... Etrafina bakiyor, her zamanki muzipligi ile 1. Can’a iki uzun boylu, muhtemelen Iskandinav kokenli genc kizlari isaret ediyor, “kos oglum, hadi sor bunlara sor” diyor... Iste en ustteki fotograf, bu iki doga harikasina bakip gulumserken cekiliyor...

.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
-.
.
.
.
.
.
Sonra Sevgi ve Inci ile bulusuyoruz...

Sevgi’de dunyalar guzeli bir insan... Turkiye’de bankacilik ve finans okumus, AB ile ilgili bir master yapmis, hizini alamamis ikincisini yapiyor Italya’da...
.
Geceyi gulerek, birbirimizin sectigi yemeklerin tadina bakarak, Roma’da bir yaz gecesi gelip Ispanyolca sarki soyleyen luzumsuz sarkiciyi yalanciktan alkislayarak,
masa komsularimizi hem de fotograflarimizi cekerken inceden inceye ti’ye alarak, Italyan kayinvalideleri, Turk annelerle kiyaslayarak, 2. Can'a ragmen b irsuru fotograf cekerek, yani cok keyifle geciriyoruz...

Inci 24 yasini gule oynaya bitiriyor...


Eve donerken dusunuyorum arabada... Cocuklarla ve genclerle iyi anlasabilmek cok buyuk bir sans hayatta...

Anti-aging dedikleri baska ne olabilir ki...

1 Temmuz 2010’Roma

p.s.Blogum boyle sessiz hosuma gitmiyor... Yandaki play tusuna basin lutfen...