Mutfak penceresinden disariya bakiyoruz... Bak yapraklar dokulmeye basladilar bile diyorum, belki degisik renklerde toplayip bana getirirsin birkac tane... Burnunu cekiyor.. Hava cok sicak.. Cok nemli.. Cok yapis yapis... Ama ruzgar var.. Gunes gokyuzunde ama, gokyuzu grimsi...
Anne bu mevsimin adi ne diyor.. Bu mevsimin adi Roma diyorum..

31 Ağustos 2009 Pazartesi

YENIDEN ROMA...


ünlüsünüz ama"


ertelemekle ve gelmeyen yarinlari beklemekle" mi?


yoksa bekletmekle mi?

:)

iki adımdır bizim mesafemiz.


aylar var ki hiç gelmediniz.


devamsızlık sizin için problem değil demiştik amma


bizim için problem olabileceğini


hiç düşünmediniz.


bu da zayıflatmanın başka bir yolu mu yoksa


:)

selamlar.

diyor Korhan..
Gulumsuyorum..

Sasirtir, dusuncelere daldirir, O gune dek sormadigi sorulari getirtir insanin aklina, bazen de gulumsetir iste boyle.. Blogunun dogum gunu gecmis.. Gormemisim..

Kacirdigim sadece o degil, Aydan Atlayan Kedi’ye en sevdigim kitabi yazacaktim.. Hayattan ve Masallardan Biraz’a kanserle ilgili yazdiklarindan oturu tesekkur edecektim, Delfina’nin herseyden anlamak gerektigini soyleyen yazisi uzerine, camasir makinemizi tamir etmeyi, Antonio’nun isi neredeyse evi yakma raddesine getirip, balkonumuzdan kovamadigi esek arilarini nasil olup ta, baska bir balkona kiraci gonderebildigimi filan anlatacaktim.. Zaman cok hizla gecti.. Yetisemedim.... Okur ama yazamaz bir haldeyim...

Turkiye’den donduk.... Ben, Federico ve zamansiz bir solunum yollari enfeksiyonu hep birlikte..(zamanlisi olur mu hastaligin bilmem ama henuz gelmemis bir grip salgini yuzunden, acilmamis okullari kapatmayi tartisiyor Italyanlar..) Ya beni ucaga almazlarsa diye bagisiklik sistemimin son gucune kadar savastigi hastalik, Roma’ya ayak bastigimiz anda kontrolu eline geciriyor ve hava alanindan dogruca yataga gecis yapiyorum.... Antonio ve Federico ayni gun, babanneye dogru yola cikiyorlar....

Italyayi bilenler bilir, agustos ayinda hastayim, cok kotuyum, ise gelmiyecegim denmez.. Kalkiyorum, makyaj yapiyorum ve ise gitmek icin arabaya biniyorum.. Ama hastayim, cok kotuyum, yatmak istiyorum..
Arabam calismiyor..
Taksi cagirmak istiyorum, cep telefonum calismiyor..
Eve donuyorum, taksi cagiriyorum, hemen bir bankamatik bulalim diyorum, “bankamatik kartim calismiyor... Kart ile odeyecegim diyorum, taksinin kredi karti aleti bozulmus, hic bozuntuya vermiyorum, ve bu kotu bir kamera sakasina benziyor ben bir kahve icsem iyi olur diyorum ..
Her zaman ugradigim sabahci barin onunde duruyoruz, taksiciye de bir kahve ismarliyorum, parasini birara oderim diyorum Giovanni’ye (Istanbul’dan aliskanlik yapmis olmali bende, sabahin korunde cay, kahve icip para vermemek, ama onumde bogazin sulari yok ne yazik ki...)

Ve o gun dunyaca unlu Alman araba firmasinin, akdenizli ellerde icine dustugu “agustos perisanligi” seruveni basliyor.
“Arabami alip goturuyorlar ama bana verdikleri adrese degil “…
diye basliyorum ve gerisini anlatmaya enerjim yetmeyeceginden herseyi sizin hayal gucunuze birakiyorum..

Sadece eger birgun cok unlu bir kadin olursam ve televizyonda zerafetimden filan bahsedilirken, birdenbire goruntuye oksure tiksira ayaklarini yere vura vura bagiran bir kadin gelirse, bilinki o butun sabirlarin sinirinin asildigi andir.. Bankam, bankamatik kartimi yanlislikla iptal etmis, hicbir odemeyi yapmamis, telefonum da o yuzden devre disi kalmistir.
Ama bu ay agustos ayidir ve sarki soyleme ayidir, yuvaya yem goturmek icin didinme degil....

Neyseki eylul geldi.. Artik kendimizi toparlayalim.. Uzulenler varmis aranizda, 10 kilo filan verdikten sonra kilo vermeniz yavaslamis, umdugunuz gibi degilmis.. Bakalim neler oluyor..


15 eylulu son tarih olarak belirleyelim..

Lutfen bana daha once yaptiginiz gibi yasinizi, cinsiyetinizi, baslangic kilonuzu, programa baslama tarihinizi ve verdiginiz toplam kiloyu yazin.. Bakalim ne durumdasiniz.. Usenmeyin lutfen ayrintili yazin, tabii yanlis yaptiginizi dusunuyorsaniz onlari da yazin..

15 eylulde metabolizmamizi hizlandiracak birseyler yapalim ve kaldigimiz yerden yeniden baslayalim diyorum..

Bana cok sorulan bir soruya da bu arada bir cevap vereyim, yeni bir sinif acma firsatim yok.. Bu gruptaki herkesi teker teker ideal kilolarina tasiyacagima soz verdim ve zamanim ancak buna yetecek.. Hatirlarsaniz bircogunuzun is yerindeki menulerini bile gozden gecirmistik birlikte.. Hep birlikte gerceklestirdigimiz seyin hala bir saka oldugunu dusunuyorsaniz, yaniliyorsunuz derim size..

Umudunuzu kaybetmeyin.. Vaz gecmeyin.. Bunu hayatta istediginiz hersey icin yapmalisiniz aslinda.. Mucadele etmelisiniz sonuna kadar.. O kadar kolay olmamali demoralize olmak, “olmuyor iste” demek… Bir cogunuzdan bireysel olarak haber aliyorum.. Oykulerini yazdiklarinda, siz de bana hak vereceksiniz.. Bazilarinizin yollari biraz uzun ama yenilgiyi bu kadar erken kabul etmeyin, yenilseniz de sirtiniz yere gelmez hic degilse..

Mucadelenin ise yaramiyacagi tek konu asktir.. Ne kadar ugrassaniz, o kadar kacar elinizden.. Ayriliklar bazen ama sadece bazen yeniden ve yine karsilasmak icindir ve hala aska inanan insanlar oldugu icin “umut” dunyayi terk etmez.. O zaman sadece susun ve bekleyin.. Unutamazsiniz ama yokluguna alisirsiniz..
Neyse..
Siz beslenme ile ilgili soylediklerimi dinleyin cunku ben bir profesyonelim..


Ask konusuna gelince..

Ask hakkinda hem hicbir sey bilmem..

Hem de konusurum boyle bazen..

En iyisi siz beni o konuda bosverin..



1 Eylul 2009’Roma


*bu yaziya Jean Pierre Augier'in olaganustu heykelleri eslik ediyor..

14 Ağustos 2009 Cuma

SAKIZLI KURABIYELER, DOKUNDURAN SOZCUKLER, ZEYTIN AGACLARI VE EGE...



"Bohcan hazir mi?" diye soruyor telefonda.. "Yok daha yeni donduk Istanbul'dan, yarin geliriz sana, ustelik araba da bozuldu" diyorum..

"Senin yarinin mi, benim yarinim mi ?" diyor gulerek.. O yarina inanmiyor, ben ertelemekle ve gelmeyen yarinlari beklemekle unlu bir kadinim.. Gecen yaz bu yuzden gorusemedigimizi unutmuyorum ustelik..

"Kahyayi yolluyorum, hazirlanin" diyor.. Annem biraz bozuluyor ama bugunlerde burada deniz cok soguk, gidecegimiz yer -henuz gormemis olsak ta- bir koy evi ve Federico icin ilginc olabilecegini dusunuyor yine de.. "Sweat shirtlerinizi almayi unutmayin" diyor.. Unutmuyoruz..

Kahya geliyor az sonra.. Ama ne kahya ! Milano moda haftasindan firlamis kadar yakisikli, hos kokan, guzel elli ve guzel gulumseyen 50'li yaslarda bir erkek.. Ismi Murat. Elimizdeki kucuk cantayi ona uzatiyorum ve yola cikiyoruz.. Ege ariyor, herseyin yolunda olup olmadigini soruyor, kahya Ege ile cok rahat bir tonda konusuyor, "tamam gerekenleri biz gecerken aliriz" diyor.. "Yolda durup, borulce, pembe domates ve ezine peyniri alacagiz" diye acikliyor bana da bu telefon konusmasini.... Tamam diyorum.. Alisveris yapiliyor, hersey eski usul bir pazar sepetine dolduruluyor, icimden ne isi vardi Ege'nin bir Ege koyunde diye dusunuyorum, aslinda butun cevaplari biliyorum ama yine de profesyonel dunyaya haksizlik ettigini dusunuyorum onun.. Erken yoruldugunu, erken vaz gectigini, yazik ettigini dusunuyorum.. Sessizlik cok uzun geliyor..

"Kac yildir Ege ile calisiyorsunuz ? diye soruyorum kahyaya.. "Keske beni ise alsa" diyor gulumseyerek .. Ben onunla calismiyorum.. Misafiriyim yalnizca, kahya size sakizli kurabiye almak icin Cunda'ya gitti ben de sizi almaya geldim, cunku Ege yemek hazirliyor diyor.. Murat, ustelik Italya'da, ustelik Milano'da, ustelik moda sektorunde calisiyor.. Cok guluyorum kendime..

Sadece aslinda olmayan kahya degil beni sasirtan, ev de hic koy evine benzemiyor.. Zeytin agaclarinin arasina saklanmis, her kosesinde teknoloji kullanilmis, egik catisinda uzaktan kumanda ile acilabilen kucuk pencereleri olan, hatta dag tarafina gelen duvarina cok akillica bir projeksiyon ile agaclarin arkasinda kalan denizin yansitildigi, zevkli, sakin, sahibinin durusuna yakin soylu bir ev.. "sen buna koy evi mi diyorsun" diye soruyorum? "Sen oyle diyorsun, ben degil" diyor.. "Cok mutluyum geldiginize" diyor.. Koy de olsa, sehir de, evime hosgeldiniz"..

"Hosbulduk" diyorum.. Gercekten de "hosbuluyoruz"..

Bahcedeki iki zeytin agacinin arasina kurulmus salincaga oturuyorum.. Kucagimda bilgisayarim var.. Yan taraftaki pencereden mutfakta yemek pisiren Ege'yi gorebiliyorum.. Islik caliyor.. Murat, elinde bir gazete tomari, veranda da oturuyor.. Halil'den haber bekliyorum.. Mektubu gelmis..

"Canım
Senin tam hazır olmadığın hissi geldi içime: Ama bir iki sözcük dokundurayım yine:
-Kazanmak için kaybetmeyi göze almak gerekir.
-Kavşaksız yol olmaz,otobanda bile
-Beklentiyi yönetmek sadece ekonomi kuralı değildir.
Sevgiler opuldun
"


diye yaziyor Halil.. Gozlerimi kapatiyorum.. Bana ne soyluyor diye soruyorum kendi kendime.. Istanbul'da "Mehtap'cigim sana 3 cumle soyleyecegim ama itiraz etme, aciklama yapma ve lutfen kendini savunma, sadece bu soyleyeceklerimi cok iyi dusun" demisti.. Sonra vaktimiz olmamisti konusmaya..

Dusunecegim bana yazdiklarini.. Burada, bu zeytin agacinin altinda, mutfakta sevgili bir erkek bizim icin borulce, cocuklar icin kofte ve pilav, aksam ustu icin incirli-cevizli kek yaparken, ben kahvem elimde, kulaklarimda eski gunlerin sarkilari, zeytin agaclarinin yesilinin arkasindaki denize bakarken "anlamak" icin sadece dusunecegim..

Dusunmeye deger bir insan oldugu icin, bunca yil o ve Nilgun, arkadasim olabildikleri, bunu gercekten hissedip hissettirdikleri icin dusunecegim..Ustelik bunu, sakizli kurabiye sevdigimi unutmayan bir baska sevgili insanin yaninda, huzurlu ve keyifliyken yapacagim..
.
Bize biraz musaade.. Kilolariniz icin, duraklamalar, yerinde saymalar, geriye donusler icin hic endiselenmeyin.. Vermeniz gereken son kiloya kadar buradayim.. Tek tek, hepiniz icin.. Soz verdim.. Tutacagim da..
.
Cok az sabir ve biraz zaman lutfen..
Burada oldugunuz, okudugunuz, paylastiginiz, guvendiginiz, ilgilendiginiz icin tesekkurler..
.
Sadece bana biraz musaade...
.
15 Agustos 2009' Kuzey Ege

12 Ağustos 2009 Çarşamba

SUYA ANLATACAGIM...




Herkes nihayet uyuduktan sonra, bahcede bizim saatimiz basliyor Nilgun'le.. Eskileri hatirliyoruz.. Dert edilmeyecekleri dert sandigimiz gamsiz gunlere, o gunlerdeki hallerimize gulumsuyoruz..


Kimseyle ilgilenmez denilen soguk, mavi gozlu meslektasimizin daha ilk nobetimin cikisinda gelip beni yemege davet etmesinin ardindan tutuldugum hickirik krizini, beni baska bir doktorla karistirip saclarimi yolan bir hastayi, sabahlara kadar gulmekten katilarak calistigimiz TUS sinavlarini, Nilgun, Halil ve Ibo ile beraber yaptigimiz tatilde bizim ucumuzun valizinin toplaminin bile Nilgun'unkine erisemedigi o yolculukta, sonra nasil onun kazaklarina muhtac kaldigimizi ve daha yuzlerce ani, aniyi, hayatlarimiza girip cikan, renklerini, adlarini, tadlarini birakan insanlari gulumseyerek, huzunlenerek, bazen kizginlikla, biraz kirginlikla filan hatirliyoruz..


22 koca yil olmus biz tanisali.. Kentler, yuzler, adresler degismis yasamlarimizda, biz ayni kalmisiz birbirimiz icin..


Bir ara Federico'ya bakmak icin iceri giriyorum.. Onu ellerini yuzune dayamis bogazi seyrederken buluyorum.. "Niye uyandin canim?" diyorum.. "Bilmem, uyandim iste" diyor.. Yanina oturuyorum, onunla birlikte bogazin karsi yakasindaki isiklara bakiyorum..


Biliyor musun diyorum, o isiklarin icinde kimbilir ne hayatlar var?


Cok zenginler, cok fakirler, simdi su an buyuk mutluluklar yasayanlar, huzunlere bogulanlar, sevdikleri bir insana sarilarak uyuyanlar ya da sarilip sevdikleri ile vedalasanlar, ders calisanlar, hastalar, onlara bakan doktorlar.. Yeni yoldan gelenler, gitmeye hazirlananlar..


Hayat var o isiklarin icinde diyorum..


"Su nereye gidiyor anne" diye soruyor? "Karadeniz'e herhalde" diyorum.. "Ya da tam tersi, onu bilmiyorum ama, biliyor musun, eger bogazin sularina bakip, seni uzen bir derdini anlatirsan, su onu da alip gotururmus uzaklara"..


"Sen bunu nereden biliyorsun?" diye soruyor merakla.. Bunu su aralar okudugum Turkleri anlatan bir Italyanca kitaptan ogrendigimi soylemek istemiyor canim.. "Biliyorum iste" diyorum.. "Hadi uyu artik, cok ama cok gec oldu" deyip yanagina bir opucuk konduruyorum..


Nilgun'un yanina donuyorum.. Kahvenin ve sohbetin devamina..


Yarin sabah yine yuruyecegim..


Ayaklarimi sarkitip anlatacaklarim var bogazin sularina..



13 Agustos 2009'Istanbul






11 Ağustos 2009 Salı

İSTANBUL'U DİNLİYORUM GÖZLERİM KAPALI.. *

Sabah çok erken uyanıyorum..

Herkes uyuyor.. Federico´ya bakıyorum.. Uyuyacağı yeri seçebilme özgürlüğünün olduğu bir evde konuk olduğu için şanslı.. Salonda uyuyor.. Arkasındaki büyük pencerelerden boğaz, sabah karanlığında küçük ışıklarla parıldayan balıkçı tekneleri, ve gökyüzü gözüküyor..

Nilgün`le karşılaşıyorum koridorda.. "Günaydın canım, erkencisin" diyor.. Günaydın diyorum.. Ben senin parmak arası terliklerinle yürüyüşe gidiyorum..

"Sarıyer' e mi yoksa Büyükdere'ye mi yürüyeceksin" diyor.. Gülümsüyorum..

Ben isimleri de yönleri de bilmediğim bir şehirdeyim.. "Önce sağ tarafa, sonra sol tarafa yürüyeceğim" diyorum..

Yorulana kadar yürüyorum.. Ayaklarımda Nilgün'ün Arjantin'den aldığı şıpıdık parmak arası terlikler, param, cüzdanım, kimliğim ve aklımda tek bir telefon numarası olmadan..

Şehir henüz uykuda..

Çok yorulduğum bir anda ayaklarımı denize doğru sarkıtıp oturuyorum.. Nilgün'ün terlikleri boğazda özgürlüklerini ilan etmesinlerler diye ayaklarımdan çıkartıyorum..

Ayaklarıma gözüm takılıyor o sıra.. Damarları belirgin, güneşten yanmış, pedikürsüz görmeye alışkın olmadığım ama iste bu günlerde ojesiz ve pedikürsüz de olabilen ayaklarıma..

Saçlarımında dip boyaları çıkmıştı gelirken.. Hiç olmadığım kadar bakımsız göreceksin beni demiştim bir arkadaşıma telefonda, onun bana ne söylediğini hatırlamıyorum..

Boyasız saçlarımın altında duran başımda saklı aklımı, ojesiz, bakımsız ayaklarımı seviyorum bu sabah karanlığında, öylece otururken boğazın kıyısında..

Sevginin ve dostluğun kıymetini sadece kalbimle değil, beyin hücrelerimle de anlayabildiğim için aklımı, beni o sevgilere ve dostluklara getirdikleri için de ojesiz ayaklarımı seviyorum..

İskelenin hemen yanındaki kahve açılmış ben dönerken.. Hani ben dün de gelmiştim, yanımda param yok, şimdi bir bardak çay içsem, parasını az sonra yollasam diyorum.. "Yaa gel abla gel Allah aşkına, sana para mı sorduk" diyor kahveci.. Bugün günlerden ne diyorum kahveciye.. 11 ağustos abla diyor gülerek..

Çayımı içince ayılırım şimdi diyorum.. Bir yudum alıyorum daha demini yeni yeni alan çay buruk bir tad bırakıyor ağzımda..

İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı...


11 Ağustos 2009' İstanbul



* Orhan Veli