Mutfak penceresinden disariya bakiyoruz... Bak yapraklar dokulmeye basladilar bile diyorum, belki degisik renklerde toplayip bana getirirsin birkac tane... Burnunu cekiyor.. Hava cok sicak.. Cok nemli.. Cok yapis yapis... Ama ruzgar var.. Gunes gokyuzunde ama, gokyuzu grimsi...
Anne bu mevsimin adi ne diyor.. Bu mevsimin adi Roma diyorum..

27 Kasım 2009 Cuma

BAYRAM MISAFIRI....


Yarin sagnak yagmurlu diyor hava raporu… Giysilerimi seciyorum… Sutlu kahve rengi etek ceket, cikolata rengi kazak, aci kahve rengi cizme canta… Leopar desenli minicik bir fular, magazadan hediye verdikleri… Berrin’in leopar desenli sandaletlerine nispet…

Yarin cok yogun bir gun… 9 ayin persembesi bir arada… Sabah poliklinikteyim, sonra bir toplantiya katilacagim, yeni aldigimiz divani eve getirecekler, Federico’nun arkadaslari bizim evde odev yapacaklar, aksamustu once bir arkadasimin muayenehanesine onun hastalarina konsultasyon icin ugracagim, sonra kendiminkilere bakacagim...

Herhangi bir gun iste...Her gunku seyleri yapacagim...

Sabah saat 11’de ilk grup hastayi gormus olurum, hemsireye “odanin havasini degistirelim biraz” derim... Bu ben kahve icmeye gidiyorum demektir... Herkes gibi makineden icmem kahvemi...Hastanenin kafeteyasina giderim... (burada ismi “bar” dir). İki dakika bile olsa otururum... Mutlaka yanima birileri gelir...Iki cift laf ederim ve donerim yine isimin basina...

Yarin kahve molami kucuk bir kiz cocuguyla birlikte verecegim... Ona isterse, taze meyve suyu ve boga gozu denilen, ici cukulata kremasi dolu kurabiyelerden ikram ederim... Tatli sevmeyen bir cocuktur... IIII-IH der hayir yerine... Buyuk olasilikla zayif omuzlarini silkeleyip III-IIH diyecek yine...

O yanima gelecek...Ustunde robasi firfirli, yunlu kumastan bir elbise, zincir zapli, uzerinde mandalin desenleri olan bir canta, turuncu mandalin desenli coraplar olacak...
“Elbisen ne guzel” diyecegim...”Annem dikti diyecek, patronunu beraber cikarttik Burda dergisinden, coraplarimla cantami amcam Paris’ten yolladi, papatya tokami da obur amcam Japonya’dan getirdi, ama Gulcin’inki daha guzel...

Ne var ne yok sizin evde? diye soracagim...
Avucunu acacak, icindeki isil isil altin lirayi gosterecek... “Bak bunu babannem verdi bu sabah elini opunce, dedem de para verdi diyecek...”

Cantasindan opal, pembe beyaz cizgili bir mendil ve bir tomar bayram karti cikartacak... “Bak ne cok kart geldi, gordun mu” diye gosterecek, gozleri isil isil... “Sen bayram karti yolladin mi diye soracak merakla”... IIII-IH diyecegim... Mail de yollamadim... “Mail’de ne demek?” diyecek, Bosver diyecegim...

Sandalyede ayaklarini sallayarak oturacak... Okulunu, arkadaslarini, babannesinin bayramda niye kurban kesildigini anlattigini, bayramdan once eve gelip tatlilar hazirlayan yardimcilari, kendi eliyle su icirdigi kurbanin etini yemege dayanamadigini, annesiyle babasinin bu konuda hic israr etmediklerini anlatacak...

Omuzundaki minicik delikli, turkuaz boncuga takilacak gozum... Baktigimi gorunce, “bu babaminmis, bak 7 tane deligi var, yani basi temsil ediyor, kotuluklerden koruyormus” diyecek...Keske bu kadar kolay olsa kotuluklerden korunmak diye dusunecegim ama soylemeyecegim...

“Ben gidiyorum artik diyecek, annemle babam merak eder”... Egilip cilli burnunu opecegim... “Sen bize gelecek misin ? diye soracak, evde oklavadan cekme tatlisi var, sen severmissin cok, babam soyledi”...

Tatli sevmem genelde ama oklavadan cekmeyi cok severim gercekten de... Encok da, tepsi kenarlarini, biraz kuru olan kisimlarini severim...Canim cekecek birden bire cocuklugumun bayram tatlisini... Vitrinde gumus tepside duran likor kadehlerini, cikolata kasesini, her zil sesine coskuyla kosan sevincimi ozleyecegim, burnumun diregi sizlayacak...

III-IH, diyecegim kisaca...

Cantasina 5 euro koyacagim, Federico’nun da bayram harcligi o kadar... Bu nasil bir para diye soracak avucundakine bakip...

Bu senin birgun yasayacagin ulkenin, o gunlerdeki parasi diyecegim...
Sag ayagini biraz ice basarak uzaklasacak... Cop gibi bacaklari icimi burkacak biraz... Duzgun bas ayagini diye seslenecegim arkasindan...

Annenle babana da saril benim icin... Cok saril, birakma ikisini de diyecegim...

Bu bayram, kendim kendime ziyarete gidecegim....

23 Kasım 2009 Pazartesi

METHAP'IN KURAL OLMAYAN KURALLARI...



Komsunun kucuk kizi Alev, onu alip bize gotururum umuduyla balkonda donusumu bekliyor… Daha uzaktan golgemi secer secmez, Mettak, Mettak diye beni cagirmaya basliyor… Uzunca bir sure adim Mettak olarak kaliyor o yillarda…
Mekap ayakkabilari cikiyor Turkiye’de… Epeyi bir mucadele veriyorum bu sakaci cocuklarla… Sakadan cok iyi anlayacagim daha o yillarda belli oluyor (!) ve dizlerinde ani olarak ayak izlerim kaliyor bir cogunun…

Cok zaman gecmeden, yeni bir cocuk daha ekleniyor, bizim eve gotulmeyi bekleyen… Cogunlukla dayak yemis, sumukleri akmis olarak paspasin uzerinde aglayarak bekliyor beni…Eve goturuyorum, mendil veriyorum, bizim evde her zaman bulunan kurabiyelerden, keklerden bir tabak hazirliyorum… Mettap diyor o da bana… Surekli vurmaktan, kirmaktan, kafa atmaktan, carpmaktan, patlatmaktan soz ediyor… Isadami olmus annemin dedigine gore… Simdi karsilassak ne o beni tanir, ne ben onu hatirlarim…

Sonralari Gulcin bana durduk yerde Mucos, demeye basliyor. Teyzelerimse Mettos ismini uygun goruyorlar,
Bircok kisi redense bana Meltem diyor… Bolum Baskanim Prof. Sema Yavuzer, benim ismimi herkesten daha guzel soyluyor. Onun insani onlugunun dugmelerini hemen ilikleyip, kendine ceki duzen vermene davet eden ciddi ama yakin tavri ile, kizgin oldugu zamanlarda bile “h” harfini vurgulayarak “Mehtap’cim” demesini cok seviyorum…

Italyan’lar ne adimi soylemeyi, ne de yazmayi ogrenebiliyorlar… “h” harfi olmayan alfabeleri yuzunden adimi “Metap” olarak telaffuz ediyorlar ve her zaman ama her zaman “Methap” olarak yaziyorlar… Ben bile bazen adimi sorduklerinda kendimi “Metap” derken buluyorum ve kendime inanilmaz kiziyorum…
Yakin arkadas sinifindakiler ise Italya'da cok yapildigi gibi, ilk hecesini soyluyorlar adimin... "H" harfi olmadigini icin de bu sadece ve sadece "Me"... Inanilmaz ama bana boyle seslendiklerinde donup bakiyorum...

Iste sevgili Ferat’in kendisinin de tahmin ettigi, siradan bir yazi hatasi beni bu kadar eskilere goturdu, anilarimi canlandirdi ve gulumsetti…

Simdi bakalim neler ozetlemis Ferat…

Methap’ın 12 Altın Kuralı1.

1.Öğrendiğimiz diyet değil sağlıklı yaşam için zevkle yeme kültürü

2. Vücudunuzu sevin•
İnsan kendisi ile barışık olmalı ve sevmeli. Vucunuzu sevin derken sadece fazla kilolarınızı sevin demiyoruz tabiki. Vucudunu seven bir insan kanında fazla şeker ve kolesterol istemez. Vucunu seven insan yüksek tansiyonun yavaş yavaş beyninin bir et parçasına dönüşmesini istemez. Vucudunu seven bir insan iki üç merdiven çıktıktan sonra nefes nefese kalmak istemez. Sonuç itibari ile kendimizi ve vucudumuzu seviyorsak eğer ona iyi davranmalı ve ona en iyi formu vermek için emek harcamalıyız.

Yanlız, bunu söylerken 90-60-90 ölçülerden yada üçgen vucutlu ve 6 katmanlı karın kaslarından bahsetmiyorum. Burada bahsettiğim sağlıklı bir insan vucudu, tastakır kuru bakır bir manken bozuntusu vücudu değil.

3. Mehtab’ın kitabında suçluluk yok.• Bazı şeyleri fazla kaçırdığımızda hiçbir zaman suçluluk duymayacağız. Onun yerine fazladan kaçırdıklarımız için bir 10-15 dakika daha spor yapmalı yada bir öğün yeşil çorba yemeliyiz.

4. Ara öğünleri hiçbir zaman kaçırma.• Ara öğünler bir sonraki öğüne 1 saat kalana kadar yenebilir. Eğer daha az var ise bir sonraki öğün biraz öne çekilmeli ama ara öğün kaçtı diye öc alınmamalı.

5. Geri kalanı sebze ile doldur. • Yediklerimizden doymadığımız hissi duyuyorsak, yeşil yapraklı ve bol sulu sebzeler ile arayı kapatmalıyız

6. Az çeşitten çok yemek yerine çok çeşitten az.• Bir şeyden çok yemek yerine birkaç şeyden az az yiyerek öğünlerimiz zenginleştirilmeliyiz

7. Tartılmak yok.• Kesinlikle hergün tartılmamalı, en sık olarak haftada bir olabilir eğer ilk 6 haftayı tamamladıysanız

8. Canınız istiyorsa vücudunuz istiyorsa kaçmak yok.• Canınızın çektiği bir şeyi besin yapısına baktıktan sonra kesinlikle yemelisiniz. Mesela canınız baklava istedi. Bir kaç hafta bir tepsi baklavayı hayal etmek yerine. Bir ara öğününüzde bir dilim baklavayı yiyerek özleminiz büyümeden dizginleyin. Ama kesinlikle suçluluk duygusu hissetmek yok.

9. Ne kadar emek o kadar zevk ve sağlık• Öğünlerinizi hazırlarken yada seçerken özen gösterin. Mümkünse önerilen seçenekleri anlayıp kendi seçeneğinizi yaratın. Yediğiniz şeyleri zorunlu olduğunuz için değil istediğiniz için yiyebilmelisiniz. Mesela ben 4 kuru kayısı ve 8 bademden oluşan ara öğünüm ile nutella sürülmüş yarim dilim ekmek (50 calori) ve bir küçük elmadan oluşan ara öğünüme hastayım.• Yeşil çorbayı damak tadınıza göre değiştirerek hazırlayın. Kural 8’i hiç unutmayın. Mesela eğer yeşil çorbayı pişirerek yiyorsanız, soğan katmayı deneyin. Hatta çok az salça bile katabilirsiniz. Ayrıca en sevdiğiniz baharatlar ile süsleyin ve onu özenle hazırlanmış güzel bir yemeğe dönüştürün. Özellikle sindirim sisteminden şikayetçi arkadaşlar yeşil çorba konusuna özen gösterip kendlerinii ve sindirim sistemlerini büyük bir dertten kurtarabilirler.

10. Vucudunuzu şaşırtın.• Yediklerimiz hiç bir zaman iki gün üst üste aynı olmamalı. Vucudunuzu hep şaşırtmaya çalışın. Kolay diye hep aynı ara öğünü uygulamayın mesela.

11. Toplam kalori değil çeşitlerin kalorilerisine dikkat etmeliyiz.• Yediklerinizin kalori toplamına bakmak yerine kullandığınız malzemelerin teker teker kalori değerlerini düşük tutun. Mesela dilimi 130 kalori bir ekmek yerine, dilimi 45 calori bir ekmek tercih edin. Aynı mantığı diğer yediklerinize de uygulayın. Ayrica sindirimi emek isteyen yiyecekler şeçin, mesela lifli sebzeler, kereviz, marul, yeşil soğan, bol yapraklı sebzeler, vs.

12. Ne zaman başınız sıkışsa cevabınız yeşildir. • Yani baktınız doymadınız bir şey yemek istiyorsunuz, o zaman cevabınız yeşildir. Mesela yeşil yapraklı sebzeler yada bol su içiren sebzeleri götürün, mesela hıyar, kereviz sapı (Amerikan krevizi), yada marul. Burada özellikle dikat etmeniz gereken nokta kökümsü sebzelerden uzak durmak.Mesela patates, havuç, ve turp gibi sebzeleri salata niytetine tüketmemeye çalışın. Yani yediğiniz sebze toprağın altından geliyorsa, sebze olarak değil karbonhidrat olarak tüketilmeli.

Ferat Sahin

Trabzonspor'lu Ferat..:)

Sevgiyle..
------------------

Sevgili Ferat, size de tesekkurler ve sevgiler…
Olaganustu bir ozet olmus…
Bana soyleyecek hicbir sey kalmamis… Soylediklerimi bu kadar iyi algiladiginiz icin nasil mutlu oldugumu tahmin edemezsiniz…

Pazartesi yazacagim ve metabolizmadan konusacagiz demistim…
Sevgili Yasam kocu Cigdem’le uzerimdeki agirliklari kaldirmaya calisiyoruz ve ben biriktirdiklerimden bir anlamda kurtulmaya calisirken, uzerime yeni yukler bindirmemeye ozen gosteriyorum… Buna yapacagim dediklerimi ertelemek te dahil…

Onun icin, Pazartesi demistim, pazartesi yaziyorum
Ama nasil yaziyorum…?

Eve geldim, internet calismiyor… Olsun, telefonum var… Supriz!
Onun da baglantisi kesik…

Soz verdim yapacagim… Komsunun internet baglantisini wireless olarak bizim evden kullaniyorum ama sinyal cok zayif. Federico’nun odasinin kapisinda, koridorda tek bir kosede aliyor ancak. Orada yere oturmus bir sekilde yaziyorum… Yarin umarim internet sorunum cozulur… Cunku yeterince sirt ustu yuzdunuz… Artik metabolizma hizimizi hesaplayip, kendimizi iyice bir silkelemenin zamani geldi…
Siz yarin sabah tartilin ve kalemi kagidi elinize alip lutfen burada olun…

Hepinize simdiden keyifli bir hafta diliyorum… Butun zamanlarin en guzel sarkilarindan birine Teoman yorumuyla birlikte...
.
.
P.S: Yazinin adina gelince... Ben kural olmayan kurallari "secim" olarak adlandiriyorum... Umarim siz de...

23 Kasim 2009’ Roma

20 Kasım 2009 Cuma

FAME....

Birkac yil once bir arkadasima Ankara’daki bir adresi tarif ederken, “ADAM magasini gectikten sonra iki sokak otede” demistim... Gulmekten iki buklum olmus, “Askolsun Mehtap, kac dil bilen kadinsin, o oyle mi okunur, EDIM o magazanin adi” demisti..

O gunden sonra benim kisisel sozlugume adamlar ve edimlar .olmak uzere iki ayri kelime ve kavram yerlesti... Yani baska bircok sinifa da ayirdigim erkekleri, “kendi hayatlarina ve hayatlarindakilere sahip cikabilme yeterlilikleri, sevgiyi algilama, duygularini ifade edebilme kapasiteleri, bakimliliklari, corap-ayakkabi-pantolon, kemer-ayakkabi-pantolon uyumlari, berberleri ile olan iliskileri ile filan da degerlendirerek adam gibi adamlar ve edim gibi adamlar olmak uzere de siniflamaya basladim...

Bu arada Turkiye’de magaza adi verirken de, acaba hangi dilde okusam diye dusunmeden gecemedigimi de ekleyeyim...

Siz bu yazinin basligini hangi dilde okudunuz?



FAME... Eger “feym” diye okuduysaniz, san, sohret, pariltidan soz eden bir yazi bekliyor olmalisiniz..


Italyanca okursaniz eger, “fame”, aclik demek...
Aclik...



Bugun 17.000 bebek daha yeterli beslenemedikleri icin olduler...
Dunya uzerinde 1 milyar kisi ac...

Dupeduz, basbayagi, yasam fonksiyonlarina yetecek enerjiyi alamaiyacak kadar yoksul ve ac...

Bir de obur yuzu var dunyanin...

Yani cok tok, asiri tok, yasam fonksiyonlarini riske sokacak kadar tok yuzu dunyanin...

Oyle ki, bu asiri toklugun yarattigi “obesite” bir pandemi duzeyinde ve “GLOBESITA’” olarak adlandiriliyor. Obesitenin yarattigi risklerle iliskili hastaliklar, olum nedenleri arasinda ilk siraya yukseliyor...Metabolik sendrom ve diabetli sayisi inanilmaz bir hizla artiyor...

Sismanlik konusunda elbetteki genetik faktorler cok onemli ama cevresel faktorleri, yemek yeme ve pisirme aliskanliklarimizi, kendi yanlislarimizi ogrettigimiz cocuklarimizin omurlerinin kisaldigini da aklimizda tutmamiz, hayatimizi “bir parca izgara et biraz sebze kiskacina sokmadan, onemli ve cok zengin mutfak kulturumuzu kaybetmeden, istedigimizi yiyerek saglikli kiloda kalmanin yolunu ogrenmemiz gerekiyor...

Artik su kafasina gore yavaslayan metabolizmadan konusmanin vakti geldi galiba...
Size bir sir vereyim hemen...

Metabolizmamiz yavasladigi icin sismanlamiyoruz, biz sismanladikca metabolizmamiz yavasliyor...

Bu konuda biraz dusunurseniz, neden sismanlar, zayiflardan daha az yerler ve sisman kalirlar sorusuna cevap verebilirsiniz sanirim...

Bu yaziyi Roma’da gerceklestirilen FAO (Dunya Gida Guvenligi Zirvesi) nedeniyle yaziyorum... Ne FAO baskani Jacques Diouf’un pijamalar icindeki aclik grevi, ne belediye baskani Gianni Alemanno’nun ona verdigi sembolik aclik destegi bu konuya yeterince ilgi uyandirabildi. Kaddafi’nin kendisini eslik eden hosteslere verdigi 50 euro’luk harclik ve Kuran-i Kerim hediye etmesi birer satirla butun gazetlerde yerini aldi. Roma’da trafik alt ust oldu.

Ben bu konuyla ilgili okuduklarimdan yepyeni seyler ogrendim... Dunyada et tuketimi artiyor. Et uretimi cok su tukettiriyor ve cok fazla artik birakarak onemli bir doga kirlenmesine yok aciyor, tarim arazileri azaliyor ve buna bagli olarak tahil ve sebze meyve fiyatlari artiyor. Zaten sebze ve meyvenin kutulanmasi ve nakli, ete oranla cok daha zor oldugu icin de, uretim daha da cok ete kayiyor. Bu toplantidaki konusmacilardan biri haftanin bir gunu, hic hayvansal protein icermeyen yemekler yenmesini oneriyordu. Bana cok akla yakin geldi ve sut haric olmak uzere bunu bizim evde uygulamaya karar verdim.

Persembe gununu hayvansal protein icermeyen gun olarak ilan ettim...
Bugun oglen izgara kabakli bir sandvic, aksam da etsiz nohut ve pilav vardi bizim evde...
Uzerinde dusunun derim...

Pazartesi gunu metabolizma ile ilgili konusalim... Sevgili Ferat’in hazirladigi, beni cok mutlu ederek gulumseten “METHAP’in kurallari uzerinde de biraz duralim, sorulariniza da cevap verelim diyorum ben... Methap'i niye koyu renkle yazdigimi da anlatacagim o zaman...

Oyleyse gorusmek uzere, iyi hafta sonlari hepinize....

20 Kasim 2009’Roma

13 Kasım 2009 Cuma

ZARFIN ICINDEKI ORMAN...

Once Saglik grubunun icinde kendiliginden olusan sinifin baskan yardimcisi Delfina, bana hergun ufak bir mesaj yollayip nasilsin demeye baslamisti... Iyiyim diyordum... Anneler gunu gecmisti, Turkiye'ye gelmeye hazirlaniyordum... Birgun biraz mahcup bir tonla, "sana birsey yollamistik, galiba gelmedi, yoksa bize yazardin diye dusunuyorum" dedi...



Almamistim hicbirsey... sonra ikimiz iki taraftan kosturmaya, benim icinde ne oldugunu bilmedigim bu zarfin akibetini anlamaya calistik. DHL'e telefon telefon ustune derken aksam eve geldigimde bir zarf buldum nihayet...

Hemen actim...

Zarfin icinden bir orman cikti... Hayatimda aldigim en guzel armaganlardan biriydi bana ulasan... Kimsenin adi yoktu... Hepinizdiniz... kim katilmistir, kim katilmamistir bilmiyorum ama "hepinizdiniz"...

Biri Federico ve benim adima, digeri sinifimiz adina Tema Vakfi araciligi ile dikilmis agaclar... icinizde benim gibi mal mulk derdinde olmayanlar varsa, bilinki bir suru dikili agacimiz var artik...

.
.
.


.
.
.
.


.
.
.
.
.
.
.
.

.
.
.
.
Edirne'de ve Sanliurfa'da buyuyorlar bizim icin...

Sonra armaganlarin devami Turkiye'de elime ulasti... Neler yoktu ki paketin icinde... kahveler, lokumlar, akide sekerleri... Ve kadife bir kutunun icinde el emegi, islemeli, cok ama cok narin bir de vazo... Ucakta kucagimda tasidim gelirken Roma'ya...

Tema'nin Erozyonla Mucadele haftasi etkinlikleri bana hatirlatti bunlari...

Ne guzel birsey basardiniz hep birlikte... "Kaybetmek" her zaman olumsuz anlam tasimiyor demek ki... Kilo kaybettik, birlikte bircok dostluk, bir suru agac, paylastigimiz onca seyi kazandik...

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.


Daha da kaybetmeye devam edecegiz zaten... Gevsemeyin, aliskanliklariniza sahip cikin, bir yere kaybolmayin...

Biraktigimiz noktadan baslamak uzere donmemize cok az kaldi...




13 Kasim 2009'Roma

11 Kasım 2009 Çarşamba

GENETIGIMIZ DEGISIYOR...


Bu yaziyi sevgili arkadasim Cigdem yollamis...

Okuyunca uzerimdeki etkisi hemen annemi arayip, kendimce en zor olani sormak oldu. “annecigim puf boregi nasil yapiliyor?” dedim. Onun tarifini aldim, Cumartesi gunu bizim evde puf boregi var…

Bugun sutlac yaptim…
Ben cok iyi bir ev hanimi da olan, cok akilli bir annenin kiziyim. Annemle babamin yaninda, onlardan cok sey ogrenecek kadar uzun yasamamis olmak beni hep uzer... 16 yasimdaydim universiteye kayit oldugumda… Fena yemek pisirmem ama ekmek, borek, corek, yogurt, yaprak dolmasi filan yapmayi bilmem...

Hicbir sey icin gec degil… Herne kadar duzenli yemek pisiren, alisverisi dikkatle yapmaya calisan bir anne olsam da, bu yazi, beni bircok konuda tekrar dusunmeye yoneltti…
.
Italya'da Avrupa Toplulugu normlarina gore, ornegin aldiginiz yumurtanin uzerindeki etiketten, etiket okumayi biliyorsaniz eger tavuklarin kafeste ya da ya da acik havada beslendiklerini, acik havada iseler dogal besin veya yemle beslendiklerini filan anlayabilirsiniz.
.
Ama yine de once dana etinde "cilgin dana" sonra tavukta "kus gribi", yok icinde nts olan gubre kullanilmis sebzeler derken, yedigimiz her lokma bogazimiza dizilir oldu. organik tarim diye iki kat para verip aldiginiz sebzelerinde hangi lagim sulariyla sulandiklarini bilemiyebilirsiniz ornegin...
.
Ben yaklasik iki ay once cok ciddi bir "organik roka zehirlenmesi" yasadigimdan beri, sebzeleri daha kontrollu besin sattiklarina inandigim supermarketlerden aliyorum.
.
.

Yilmaz Ozdil'in bu yazisi eminim sizin de hosunuza gidecek… Tesekkurler Cigdem...

Sevgilerimle…

-------------------------------------------------------------------------------------------
GDO’lu diyet tarifleri - YILMAZ ÖZDİL

Haliyle panik halindesiniz... “Nasıl anlarız? Genetiği değiştirilmiş organizma yemekten nasıl kurtuluruz?” filan.

Şöyle...

Annaneniz öpülesi elleri parçalanırcasına, ovalaya ovalaya tarhana yaparken, siz, “Aman annane be, boş versene” deyip, marketten hazır çorba alıyordunuz ya... Annane rahmetli oldu ve siz, o tarhananın tarifini annaneden alıp, bir kenara yazmadınız ya... İşte o nedenle, siz, genetiği değiştirilmiş organizma yemekten kurtulamazsınız maalesef.

Ne verirlerse... Onu yiyeceksiniz.

Kız evlat yetiştiriyorsunuz, en iyi okullara gönderiyorsunuz... Piyano çalıyor, İngilizce konuşuyor, Grammy alanları tek tek biliyor. Bilmeli... Ama alt tarafı limon, şeker ve su kullanıp, limonata yapmasını bilmiyor! Yoğurdu çırpıp, ayran yapamıyor, ayran... İşte o nedenle, kızınız, genetiği değiştirilmiş meşrubat içmeye mahkûm maalesef... Torunlarınız da.

Zahmet edip sütlaç yapmadığınız için, kek yapmaya üşendiğiniz için... İçinde ne olduğunu bilmediğiniz gofretleri, mısır patlaklarını kemiriyor sizin oğlan! Hamur tutmayı, şöyle mis gibi ıspanaklı bi börek yapıp, çantasına koymayı bilmediğiniz için, hamburger bağımlısı oldu.
.
Tahin-pekmezi “köylü işi”, vıcık vıcık yağ fışkıran kremaları “modernite” sandığınız için, daha 10 yaşında ayıya döndü, yuvarlana yuvarlana yürüyor, tıkanıyor, merdiven çıkamıyor.
.
Size zor geliyor ama, zor mu evde yoğurt yapmak? İstanbul’un güneşi müsait değil, anlarım, zor mudur İzmir’de, Antalya’da, Adana’da evde salça yapmak?
Şikâyet edip duruyorsun, içine katkı maddesi konuyor, zorla beyazlatılıyor diye... İster tam buğday unundan, ister çavdardan, hakikaten zor mudur evde ekmek yapmak?
.
Bütün ailen kabız... Tonla para verip, abuk sabuk ambalajlı-meyveli saçmalıklardan medet umacağına, niye öğrenmiyorsun kabak tatlısı yapmayı?
.
.

Güya, çoluğunu çocuğunu düşünüyorsun, taze taze yesinler diye, pazara gidiyorsun... Eğri büğrü biberlere, doğal olduğu için tuttuğunda ezilen domateslere ağız burun kıvırıyorsun, hormonlu, tornadan çıkmış gibilerini alıyorsun... Ne işe yaradı senin pazara gitmen?

Kocanız da, bu satırları okuyup, size akıl verecek şimdi... Söyleyin ona, ukalalık etmesin, götürün aktara, hatmi çiçeğiyle zencefili birbirinden ayırt etsin, ondan sonra konuşsun!

Enginar, börülce, radika, cibes pişirmekten haberin yok; gazetelerin tiraj almak için kıçından uydurduğu kıçımın uzmanlarından fıldır fıldır brokoli tarifleri öğreniyorsun... Brüksel lahanası yiyerek mi AB’ye gireceğini sanıyorsun?

Çin’den bal getiriyorlar mesela... Taaa Arjantin’den, Meksika’dan bal getiriyorlar. Neymiş efendim, içinde genetiği değiştirilmiş organizma olabilirmiş falan... İçinde tavuk ibiği, maymun kulağı olmadığına şükredin! Ben iddia ediyorum... Kaşla göz arasında frankeştayn ürünlere kapıları açan arkadaşlarla, Amerikan çiftçilerinin avukatı profesörlerimiz, sırf karakovan balına sahip çıksa, Şemdinli’de, Pervari’de terör bile azalır, terör bile.




Uzatmayayım.

Mutfak genetiğimizi kaybettik biz.


Elin adamı, mısırdan, soyadan, domatesten önce beynimizin DNA’sını değiştirdi!
Hurrraaa diye köyden kente göçerken, dışarda tıkınmayı şehirleşme zannettik. Ambalajlı ürün tüketmeyi, zenginleşme zannettik.


Dolayısıyla, ya kafayı değiştirip, özümüze döneceğiz... Ya da ne verirlerse onu yiyeceğiz.

11 Kasim 2009'Roma

2 Kasım 2009 Pazartesi

GUNES DIYOR KI...


Birdenbire sonbahar geldi Roma'ya...

Saclarima sonbahar renklerinin golgelerini ekletmistim persembe gunu komur karasi tatli cay rengine daha fazla tahammul edemeyip... Yollarda savrulan yapraklarin sari, turuncu, tutun renkleriyle cok uyum icindeyim... Hava o kadar serin ki, evde kalsam, bir battaniyenin altina siginip, elimde sicacik demli, limonlu bir fincan cay, yarim yarim birakilmis kitaplarima gomulsem istiyorum...

"Istemek" cicegi, kralin bahcesinde bile acmaz diyor Italyan'lar...
Dogru soyluyorlar... Kalkiyorum, giyiniyorum, sonbaharin icine atiyorum kendimi...

Bu arada program degisikligimiz gecen haftaymis, kacirmisim sanirim... Onemli degil artik basinizin caresine bakmayi, akillica davranmayi, kendinizi kontrol etmeyi, cizgi disina ciktiginizda yapmaniz gerekenleri ogrendiniz sanirim...

Daha yolu cok uzun olanlari uyarmistim, kilo vermenin yavaslayacagi doneme giriyoruz diye... 2 haftamiz var benim hesaplarima gore... Simdi iki hafta suresince, baslangic diyetimize donecegiz ve vucudumuzu bir sure "denizde sirt ustu yatiyormusuz" duygusuna birakacagiz... Yani yuzmeyecegiz ama batmayacagiz da... Sakince gunesin gozbebeklerimize kapali gozlerimizin arasindan bile sizdigini hissedecegiz ve denizin kipirdanislarinin sesini dinleyecegiz...

Bu arada Gunes, kisa bir mektup yazmis...

Cok guzel ve onemli seyler soyluyor size... Mektup kisacik ama ici kitaplara sigdirilamayan onemli noktalarla dolu.. Cok hosuma gitti ve buraya aldim... Sadece istiyorum ki, "biz sismanlarin" diye baslayan cumleler kurmasin... Bir cogumuzun problemi ayni... zayif olup ta, cok kotu beslenen pek cok birey var... Oyle degil mi?

gunes'in yazdiklari uzerine dikkatle dusunun lutfen... Hepinize iyi haftalar...

----------------------------------------------------------------------------------------------

Merhabalar...

Ben tartılmıyorum artık. ama giydiklerimden, bedenimin görüntüsünden giderek zayıfladığımı izleyebiliyorum. daha uzun bir süre tartılmayacağım. acıkmadığım, programa da tam uyduğum için, henüz çok başlarda sayıldığım halde (4. hafta) haddim olmadan, Mehtap hanımdan da özür dileyerek naçizane deneyimlerimi paylaşmak istiyorum.

Mehtap hanımdan öğrendiğim şey şu: bu iş mantık, akıl ve Mehtap hanım vermese de aslında bir ölçü işi.

Yediklerimizin miktarı önemli; Mehtap hanım ekmek dışında hiç bir şey için net bir ölçü vermiyor gördüğünüz üzere. Yani kendi "makulunüzü" yaratmalısınız. günlük almanız gereken protein miktarını ve o miktarın ne kadar ette, sütte, yumurtada vs. olduğunun ip uçlarını Mehtap hanım vermişti. onları hakikaten iyi öğrenmek gerekiyor.

Yani Mehtap hanım miktar vermiyor diye günde bir tavuk yemek de, tek bir yumurta yemek de yanlış. Ifratla tefritin arasını bulmak şart: biz şişmanların pek yapamadığı şey bu, en azından benim hatam buydu.
Miktar önemli ama çeşitlilik de önemli, her şeyde; protein de de, yağda da, karbonhidrata da...


Bir de hareket edelim arkadaşlar. hareket edelim, hareket edelim, hareket edelim. Günlük 1 saat yürüyüş iki elim kanda olsa ve dışarda acaip soğuk olsa bile aksatmadığım bir şey. Evimde yürüyüş bandı var ancak dışarda yürümeyi tercih ediyorum.
Bir de akşamları canım bir şeyler istediğinde (ki artık hiç olmuyor böyle bir şey) egzersiz yapıyorum: 1000 veya 2000 step (maksimum 20 dakika sürüyor), 100 ya da 150 mekik çekiyorum. yürüyüş bandı çok pahallı olabilir ama kimi parklarda da görülen step aletini internet üzerinden aldım; 60 liraydı ve bir yönünde step yapıp diğer yanında belinizi çevirme hareketi yapmanızı sağlayan işlevsel bir alet. basit ama gerçekten etkili, belimin inceldiğini görebiliyorum, bel oyuğum ortaya çıktı, üst bedenim küt diye kalçaya bağlanmıyor artık.

Televizyon izlerken egzersizin nasıl bittiğini anlamıyorsunuz bile. bu aletten önce kendimce icat ettiğim üst üste koyduğum iki tahta üzerinde step yapıyordum, yani illa para verip bir alet almak gerekmiyor.

Mehtap hanım dans edin diyor ben yalnızken bile dans etmeyi hiç sevmem, size garip gelebilir bu ama siz dans edebilirsiniz hakikaten de. mehtap hanımdan anladığım bir şey de şu: hayat tarzımızı değiştirmeliyiz. şimdi ben yıllardır ama yıllardır televizyon izlerken, bilgisayarda çalışırken, boş boş otururken hep bir şeyler atıştırmışım. abur cubur olmuş meyve olmuş fark etmez, bir şeyler yemişim. Ağzım, midem ve elim ne zaman otursam yiyecek bir şeyler aramaya alışmış. Ondan kurtulmaya çalışıyorum esasında. özellikle gün bitip oh deyip koltuğa uzandığımda canımın bir şeyler isteyeceğini ve benim de bunu açlıkla karıştıracağımı biliyorum. bu alışkanlığımı kırmak için egzersiz yapıyorum. Vallahi çok değil, 15 dakika, maksimum 20 dakika ve sonra hakikaten canım, elim, midem hiç bir şey istemiyor.

Simdilik 4. haftada kurtulduğum fazlalıklarım şunlar: gıdım, belimin yanındaki yağ topları, mide bölümündeki kilolarımdan hala gidecek çok yağ olsa da herkesin fark edeceği kadar çöktü, alt ve üst bacaklarım inceldi bir de ellerim küçüldü. minicik ama tombalak ellerim vardı benim şimdi öyle zarif görünüyorlar ki vallahi sürekli ellerime bakıyorum. devam ediyorum, devam edeceğim.


Ben daha önce de çeşitli kereler diyetsiyenle olsun, kendi başına olsun bir dolu diyetle kilo vermiş hepsini fazlasıyla geri almış biri olarak bu defa hakikaten hayatımda bir devrim yapmaya çok kararlıyım ve önderim de Mehtap hanım. derdim kiloları vermek de değil vereceğimi biliyorum.

Benim asıl mücadelem koruma programıyla başlayacak. hepinize dirayetli günler diliyorum. ve Mehtap hanıma yine, bir daha, tekrar ve tekrar teşekkür ediyorum (çünkü ne kadar etsem de az gelir biliyorum).
Yine ben, Güneş.
Kusura bakmayın abarttım gevezeliği belki ama size yaptığım yemeklerden de biraz söz edeyim, fikir vermesi açısından. her öğünde protein alıyorum ama eti hep ızgara etmiyorum.
Orneğin kabaklı, biberli, bol soğanlı ve sarmısaklı, 1 tatlı kaşığı zeytinyağı ve sevdiğim baharatlarla hazırladığım sebze yemeğim var. ister tavuk eti isterseniz kırmızı et koyabilirsiniz bu yemeğe. benim ellerim küçük o nedenle ölçü olarak kendime bir elimin orta parmak boğumuna kadar genişlikteki, çok ince olmayan ama asla kalın da olmayan bir et miktarını ölçü aldım. yaklaşık 100-120 gram olduğunu sanıyorum. ölçmedim emin değilim, ama acıkmamı önleyen bir miktar bu. mantarlı et sote, tavuk sote, çeşitli etlerle salatalar, kabak, biber ve bilumum dolmalar yapıyorum.
Ama dolmalarımı sadece çok küçük kıydığım etler (tavuk, kırmızı), bol soğan, yeşillik ve baharatlarla dolduruyorum. farklı ve lezzetli oluyor öneririm. aynı sebzeleri ikiye kesip içini oyup bahsettiğim tarzda baharatlarla hazırlanmış eti koyup fırınlıyorum. yanında yoğurtla yiyiorum. sebze ızgarayı çok seviyorum ve sık yapıyorum. kırmızı eti ya da tavuk etini incecik dövüp içine yağsız hazırladığım mantar sote koyup, rulo yapıp, kürdanla tutturarak fırınlıyorum. şık bir yemek oluyor öneririm.
Yani sadece ızgara yemek insana tümüyle diyet duygusu verdiği için ben ızgarayı pek tercih etmiyorum. eğer acelem yoksa tabi. çünkü acil durumlarda eti atıveriyorum tavaya, yağsız ızgara ediyorum, yanına söğüş, cacık, artık ne çabuk olacaksa koyuyorum. balığı çoğunlukla ızgara ediyorum ama palamutu zaten pilaki severdim yine pilaki yapıp yiyiorum. geleneksel tarifimden tek farkı içinden havucu çıkarmam oldu. yoksa zaten yağ miktarı çok ama çok az olan bir yemektir kendileri.
Daha bir çok tarifim ve yöntemim var, kendime göre geliştirdiğim. şimdilerde ben mutfakta çok eğleniyorum, öğreniyorum, keşfediyorum.
Demiştim sanırım asıl hedefim kilo vermek değil, verdiğim ve vereceğim kiloları bir daha geri almamak, onun için de yeni bir hayat tarzı oturtuyorum, Mehtap hanım benim bu noktada hocam, canım, ciğerim. yeni hayat yeni mutfaktan geçiyor anladığım şeylerden birisi de bu.

Güneş...


2 kasim 2009'Roma