Mutfak penceresinden disariya bakiyoruz... Bak yapraklar dokulmeye basladilar bile diyorum, belki degisik renklerde toplayip bana getirirsin birkac tane... Burnunu cekiyor.. Hava cok sicak.. Cok nemli.. Cok yapis yapis... Ama ruzgar var.. Gunes gokyuzunde ama, gokyuzu grimsi...
Anne bu mevsimin adi ne diyor.. Bu mevsimin adi Roma diyorum..

26 Şubat 2010 Cuma

FATIH MIKA KONUGUM....

Fatih'i taniyorsunuz ... Unlu bir gravur sanatcisi olarak mutlaka...
.
Bilmediginiz belki benim icin saksida yetistirdigi nar agaci, sus biberleri, Federico'ya yaptirdigi gravurler, beraber yaptiklari ve Federico'nun etkilemek istedigi herkese ilk gosterdigi seylerden biri olan kaleidoskop, cicek kurutma presi, atolyesinde pazartesi ogleden sonralari cay icip, dunya dertlerini eledigimiz bir arkadasim oldugu belki...


.
Hic bilme ihtimaliniz olmayan sey ise, onun "never where, never when" sergisinden sonra, o olaganustu gravur kuslara bir siir yazdigim, bunun hayatimda yazdigim ve yazacagim 3-5 siirden biri oldugu... Ustelik Fatih'in bu siiri web sayfasina koyarak, sairligimin onayini da yapmis oldugunu hele hic bilmiyorsunuz...
.
Fatih oykuler de yaziyor... Dusun nerede baslayip, gercegin nerede sonlandigini anlamadiginiz cok guzel oykuler bunlar... Bazan Tombouktu isimli bir golu, bazen bir Fink Fink kusunu, bazen Mino isimli bir arkadasi, baliklari, sapanlari, yildizlari, agaclari, guvercinleri anlatiyor ani-oykulerinde... Bazen donup Tofu'da okuyorum onun oykulerini de, butun o guzelim yazilari da..

.

Turkiye'deki sergisinin acilisi icin gitmeden once konusuyoruz telefonda... Sana bir oyku yolladim diyor... Okuyorum hemen... Benim sevdigim tarzda, insani sasirtan oykulerden bu da...
.

Hadi arkaniza yaslanin, alin elinize cay fincaninizi ve "Kumlu Begonya"'nin oykusune kulak verin onunla birlikte...



.



Sevgili Fatih, blogumdaki misafirligin, aynen evimizdeki misafirligin kadar degerli benim icin... Yine gel... Gazetelerimi de getirmeyi unutma sakin...


--------------------------------------------------------------------------------------------



KUMLU BEGONYA
.
Misafirliğimin bu son sabahında, geniş pencerenin önünde oturmuş kahvemi içiyorum. Dışarda fırtına, palmiyeleri yağmurlarla kırbaçlıyor. Palmiyeler, çocuklar gibi çaresiz ellerini kaldırarak, adeta elleri ile vücutlarını örterek bu dayaktan kurtulmaya çalışıyorlar.
.
İleride İzmir Körfezi var. Gri bulutların ezdiği Körfez’de beyaz bir vapur, rüzgara yenik düşmeden yol alabilmek için zig zaglar çizerek ilerliyor.
.
Şimdi, yola çıkmanın tam zamanıymış gibi, odama dönüp son eşyalarımı bavuluma yerleştiriyorum. Hiç biri itiraz etmeyip bavulun derinliğinde kayboluyorlar. Ama içimde, benimle birlikte götüremediklerimin boşluğu var, sanki İzmir’de bir şeyler bırakıyorum.
.

Şöföre bir yerden baklava almak istediğimi söylüyorum. Şöför, söylediğimi unutmuş gibi otombilin silecekleri ile yarış edercesine hızlı hızlı gidiyor. Şehrin dükkanlarla dolu caddesi bitti bitecek derken, bir pastahanenin önüne yanaşıyoruz. Baklavaları alıp otombile dönüyorum.


.
Birden şehir bitiyor. Ege’nin kışı tanımayan toprağı, ağaçları, otları; yağmurla, gri bulutlarla hem görsel hem de fiziksel olarak sevişiyor. Ben de; kendimi, uçağımı, karakış yolculuklarımı, günlük dertlerimi unutup şiirler yazmak, bulutların arasında sibeli aramaya çıkmak, sırıl sıklam olmak istiyorum.
Havaalanın sakin yüzü, beni de sakinleştiriyor. Başka şehirlerde ki, daha da kötü hava koşulları, gelecek ve gidecek uçakları geciktiriyor. Birden siyah saçlı bir küçük çocuk, kocaman siyah gözleri yaşlarla dolu, iç çeke çeke ağlayarak “Anne ne olur uçağa binmeyelim.” diye ağlamaya başlıyor.
.
Yeşilköy Havaalanı’na varış saatimiz ile benim Roma’ya hareket saatim arasında nerede ise fark kalmıyor. İç hatlar ile dış hatlar arasındaki mesafenin ne kadar zaman aldığının hesabını daha önce yapmamış olmama kızıyorum.
.
Uçakta, uçağımın kalkacağı kapı numarasının anons edilmesi içimi biraz rahatlatıyor. Fakat, kan ter içinde 310 nolu kapının önüne gelince, bunun hiç bir işe yaramadığını anlıyorum. Uçağın kalkışının her ertelenmesinde kapı numaraları da değişiyor. Ben kolumun altında paltom, elimde çantam, baklavalar ve Mehtap için aldığım bir dolu gazete ile o kapıdan o kapıya koşturuyorum.
•••
Kendimi böyle bir kapının önünde, banklardan birine atıp, çantalarımı sağa sola yerleştirip, etrafıma bakınmaya başlıyorum. Yan tarafımdaki genç kız, hiç de mecbur olmamasına rağmen, sevgilisine derdini argo kelimelerle anlatıyor. Karşımda, masaj makinası tanıtımı yapan bir bölüm var. Bir genç kadın ve erkeğin, tanıtımını yapmaya çalıştıkları masaj makinasını, üç pisten sadece teki çalışan, uçakların gidiş ve gelişlerindeki gecikmelerin saatleri aştığı ya da uçuşların ertelendiği bu günde pazarlamak kolay değil. Ama büyükçe bir ekran, makinanın nasıl çalıştığını anlatıp duruyor. Ben birden havaalanın yüksek camlarının kenarında bol ışıkta keyiften kırmızı yaprakları ile yanmış tutuşmuş, bu soğuk kış gününde çiçekler açmış, kumlu begonyayı görüp dalıyorum.



.
Annemin, ilk dalını nereden, kimden aldığını bilmediğim bu kumlu begonya, Küçükçekmece’deki evimizin balkon kapısının yanında büyükçe bir saksıda dururdu. Sabah ve akşam güneşi aldığı bu ışıklı odada mutlu, her yıl komşulara hediye edilen sürgünler verir, salkım salkım buzlu kırmızı çiçekler açardı. Ben bu ekşimsi çiçekleri yerdim. Nerede ise tavana kadar yükselen bu begonyanın yanında, yeşil kanaryam Yunus şarkılar söylerdi.
.
Ben sabahları bu balkon kapısından gizlice kaçıp tarlalara, kırlara kuş tutmaya gider, sonra eve herkesin çıktığı normal kapıdan; cebime sakladığım, küçücük yüreklerimizin korkulu atışlarının birbirlerine karıştığı kuşlarla girerdim. Kuşları çatı arasındaki kafeslere yerleştirir, yemlerini sularını tazeler, alt kata azarlar işitmeye inerdim. Bu azarlar, kızmalar benim maceralarımın tadını o an için kaçırsalar da benim maceralarımı engelleyemezlerdi.
Dalıp gitmişim işte.
.
Birden masaj makinasının tanıtımını yapan bölümdeki genç kadınla göz göze geldik. Kadın, bana gülümsedi. O gözlerdeki pırıltıdan, o gözlerdeki davetkarlıktan cesaret alıp, ben de bu beyaz tenli, siyah saçlı genç kadına gülümsedim. Bu gülümseyen gözlerde, ondan isteyeceğim her şeyi bana sunacak bir yumuşaklık hissetim. Hemen oturduğum banktan kalkıp kadına yaklaşıp, arkasındaki saksıdaki kumlu begonyayı gösterip:
- Bu begonyadan bir dal alabilir miyim.

•••
Kendimi böyle bir kapının önünde ki banklardan birine atıp çantalarımı sağa sola yerleştirip etrafıma bakmaya başlıyorum. Yan tarafımda ki genç kız hiç de mecbur olmamasına rağmen sevgilisi ile argo kelimelerle konuşuyor. Karşımdaki bölümde, genç bir kadın ve erkek bir masaj makinasının tanıtımını yapıyorlar.
.
Birden kadın çok dikkatimi çekiyor. Bütün güzelliğini gösterip beğenileceği bu kalabalık arasında olmak yerine, şehrin varoşlarında, damlarda güvercinlerin peşinden koşmak istiyor gibi bir hali var. Ben de onunla damlara çıkıp rengarenk güvercinler uçurmak; basma enteriler gibi yeşil tarlaların kırmızı gelincikleri arasında onunla saklanmak; kılçıklı buğdayların başakları ile tuvaller boyamak; sabırla düğüm düğüm atılmış danteller gibi bakır kalıplar kazımak; bu dantelli bakır kalıpları beyaz kağıtlara basmak;



bilmediğim şehirlere, bilmediğim ülkelere uzun yolculuklar yapmak; kelimelerin bitmediği, zamanın yetmediği, içinde umutlar ve yaşam olan sohbetler etmek; sıcak vücuduna sarılmak istiyorum.
.
Genç kadının kırmızı dudakları gülümsüyor. Bana arkasındaki kumlu begonyayı gösterip:

- Ne zamandan beri bu kumlu begonyaya bakıyorsunuz, isterseniz alın onu, nasılsa yarın burası yeniden düzenlenecek, yeni çiçekler getirecekler.


----------------------------------------------------------


Fatih'in notu: Yazidaki "sibel" kiz ismi degil (Mehmet Altun'dan ogrendim). Yagmur tanesinin buluttan kopup henuz yere dusmemis halinin adi.


Mehtap'in Notu: Adin cikmis dokuza...



Fatih Mika
Roma, Şubat 2010

22 Şubat 2010 Pazartesi

OZLEM'IN OYKUSU...

Ozlem'le hic karsilasmadim... Ama taniyormusum kadar yakin hissettigim bir insan... Ozellikle, babam icin ameliyat tarihine birden bire karar verildiginde, elim ayagim birbirine dolanmisken, bana onca uzaktan yardimci olmaya calismasi, "bak istersen oglunu da getir bize birak, gozumuz gibi bakariz ona" demesi ile kalbimi sonsuza kadar acmis bir insan...

Akilli, cok duyarli, Turkceyi cok iyi kullanan bir genc kadin...

Sessiz sedasiz zayifladi... 18 kilo dile kolay...Ustelik kitaplara gececek kadar saglikli bir bicimde... Haftada yaklasik 1 kilo vererek zayifladi... Oykusunun yalinligina bakin...

Artik sorun kendinize, siz neden yapamiyasiniz?

Yaparim diye cevap verin...

Baska uygun zamani, pazartesini, sinav sonrasini, tatil oncesini, sevgilinin biraktigi acinin gecmesini, ekonomik krizin yatismasini filan beklemeyin...

Vaktiniz yok...

Bugun, hemen, simdi baslayin...

-----------------------------------------------------------------------------------------------

Hayatımın hiçbir döneminde incecik bir hatun olmadım. Aynı şekilde çok fazla kilolu olduğum bir zaman dilimi de hatırlamıyorum. Ne çok kilolu ne de çok zayıftım; boyuna göre kilosu uygun, hatları düzgün biriydim. Yani anlayacağınız her şey yaklaşık olarak 2 sene içersinde oluverdi ve ben bir anda aynanın karşısında bu acı gerçeği kabul edip kendime dair son hükmümü verdim.

Sürekli hareket halinde olduğum bir işten masabaşına geçmem, sigarayı bırakmam, işyerinde yemesini seven arkadaşlarla yapılan kekli börekli çay-kahve saatlerine bir de akşamları evde geçirdiğim acur cuburlu aile saadetleri eklenince olağan rakamlarda seyreden kilomun tavan yapması elbetteki kaçınılmaz oldu. Tüm bunlara rağmen bendeki umursamaz tavırlar, sağdan soldan gelen “kendine biraz dikkat et” önerilerine kulak asmamalar ve kendimi iyice salmış hallerim bir süre daha devam etti ve böylece bu dönem hayatımın 33 yıllık fotoğraf albümüne “en kilolu dönemim” alt başlığıyla eklenmiş oldu.

Neyseki bu gafletten uyanmam uzun sürmedi. Azaltmak, yavaş yavaş bırakmak gibi bir davranış şeklini kendisiyle pek bağdaştıramayan biri olarak aynı sigarayı bırakışım gibi bir anda bu aşırı derecede ve daha da önemlisi sağlıksız bir şekilde beslenme durumuna da son noktayı koydum. Tabiki bunu kendi kendime yapmadım ki zaten beceremezdim de. Ben de hemen bir bilene danıştım ve bir süredir takipte olduğum sevgili Mehtap’ın sağlıklı beslenmeye ve bunun devamında kilo vermeye yönelik açmış olduğu sınıfa 1 ay kadar gecikmeli de olsa kaydımı yaptırdım.

Başlarda elbette çok da kolay olmadı. Özellikle gözünün önünde yiyilip içilirken, sana “ucundan azıcık al yahu birşey olmaz” denilirken, senin dışında herkes yeme-içme konusunda normal hayatına devam ederken sana sunulanlara hayır demek, elindekilerle yetinmesini bilmek, belirli saatlere, öğünlere, miktarlara dikkat etmek elbette kolay değildi. Zorlandığım anlar, şeytana uymama ramak kaldığı zamanlar oldu elbette, olmadı değil. Ama gerçekten istediğim zaman tüm zorlukların üstesinden gelebileceğimi biliyordum ki bunu sigarayı bırakarak zaten kendime kanıtlamıştım da. Öncelik her zaman için bendim, benim ne istediğimdi. Ve ben artık sağlıklı beslenmek ve bununla birlikte de fazla kilolarımdan kurtulmak istiyordum. Ötesi yoktu.

Herşey böyle başladı işte. Mayıs 2009 da dahil olduğum sınıfımla birlikte uyguladığım program sayesinde 5 ayda yaklaşık 18 kg verdim, yazın bikini giydim, 29 beden kota girebildim, uzun hırkalardan kurtulup dar ve kısa bluzlar edindim. Di-li geçmiş zaman kullanmama bakıp da yanılmayın sakın geçip bitmiş değil çünkü hala da öyle.

Önce işyerimin taşınması, sonra evi taşımam, bir takım özel nedenler vs nedeniyle her ne kadar kasım ayından beri tartılmasam ve eskisi gibi düzenli olarak programı izlemiyor olsam da artık neyi ne kadar ve ne zaman yiyebileceğim konusunda bilgi sahibiyim ve kendi dengemi tutturmuş durumdayım. O nedenle hiç zorluk çekmiyorum ve kendi düzenime göre sağlıklı ve dikkatli bir biçimde, arada sırada ufak tefek kaçamaklar da yaparak beslenmeme devam ediyorum. Nasıl mı bu kadar eminim; çünkü hala eski kıyafetlerimi giyemediğim için gardrobumda değişiklikler yapıyorum. Yani sadece kilo vermeye değil yeni kıyafetler için cebimden para vermeye de devam ediyorum J) Genel olarak şu andaki kilom çevrem tarafından yeterli görülse de ben birkaç kilo daha vermenin peşindeyim aslında. Sonrasındaysa elbetteki amacım ideal kilomda kalabilmek.

Teşekkürler Mehtap. İsteyerek ve inanarak adım attığım bu yolda destek olduğun ve bir bilen olarak yol gösterdiğin için çok teşekkürler.
.
.
23 subat 2010'Roma

SEN VARSAN HERSEY TAMAM...

Bugun kahvaltimizi disarida yapalim diyor babaanne... Emir buyuk yerden... Disarda yapiyoruz... Sonra Federico arkadaslari ile karsilasiyor parkta... Babaanneyle baba kahve keyfi yapiyorlar, dik basli Turk gelini cekistiriyorlar belki, biz oglumla ver arkadaslariyla saklambac oynuyoruz...

.
Yuksek topuklarin uzerinde kosturmaktan yorulup bankin uzerine oturuyorum... Ben cocuklarin fotograflarini cekiyorum, Federico'da benim...

Dusunceler ucuyor biryerlere oyle oturup saklambac oyununu izlerken...

Daha neredeyse 5 hafta surem var hazirlanmak icin… Gerekenleri alacagim, sacima basima ellerime tirnaklarima ceki duzen verecegim... ilk karsilasmamizda beni begensin, hosuna gideyim istiyorum... Ben onu nasl gelirse gelsin sevmeye hazirim nasil olsa...

Gece bu duyguyla yataga yatiyorum...

Sonra birden uyaniyorum uykudan... Bir gariplik var, cok iyi degilim, uyumayi denesem, yok ben hic iyi degilim, Antonio benim kalbim cok garip atiyor, yok heyecandan degil, beni hastaneye gotur diyorum...

Odamin penceresinden yemyesil bir bahce gorunuyor... Roma’nin iyi kliniklerinden birindeyim...

Elimin uzerinde bir igne, yanimda bir monitorde acele acele carpan bir kalbin atislari duyuluyor...Sakin ol, daha hazir degilsindir, lutfen sakin ol diyorum, yavasliyor kalp atislari, sonra tekrar hizlaniyor... Calismaya devam etmeseydim keske diyorum, onca hasta, onca insan, ben belki de ona zarar vermisimdir diyorum, ya ona bir sey olursa diyorum...

Odaya gelip gidiyorlar... Ben hep disariya bakiyorum... Endiselenmeyin diyorlar, endiseleniyorum...

Annemle babam cok uzaklardalar... Amerika’ya Gulcin’in aceleci ogluna hos geldine gitmisler apar topar... Yanimda olsunlar istiyorum... Annem elimi tutsun istiyorum, bana o “korkma” desin istiyorum... “Korkuyorum”...

Benim doktorumla beraber 3 doktor giriyorlar odaya... Sizi daha fazla bu durumda tutamayiz, artik ameliyat zamani geldi diyorlar... Agliyorum... Hazir degildir daha diyorum... Hazir diyorlar...

Hazirliklar hizlaniyor... Beni guzel gorsun istiyorum... Alelacele bir ruj suruyorum dudaklarima, ameliyathane hemsiresinin hemen silecegini bilerek...

“Doktor hanim, ask olsun niye agliyorsunuz, siz boyle yaparsaniz, baskalari ne yapsin” diyor anestezist...
.
Annemi cagirin diyorum... Icimden kendime cok kiziyorum... Bu dunyada annesi yaninda olmadan buyuyen, evlenen, hayati tanimak zorunda kalan onca kinasiz kuzu varken, ben bu kadar goz yasi dokmekte haksizmisim gibi geliyor... Gelecekler elbette, hemen degil, bugun degil ama gelecekler nasilsa...

Nasilsiniz diyor anestezist, cok iyiyim diyorum... Karanlik cokuyor....

Bu nasil bir karanlik, ben karanliktan hic hoslanmam, cabuk acin isiklari diye bagirmak istiyorum sesim cikmiyor...

Annemin sesini duyuyorum... “Aaaaa, vallahi de billahi de gelmisler” diyorum... Annem elini basima koyuyor... Nasil girdi acaba ameliyathaneye diye geciyor icimden...

Eli yumusacik, onun parfumu “Tresor” kokuyor... “Mehtap’cim... Nefes al” diyor... Aliyorum... “Daha derin nefes al” diyor... Daha derin nefes aliyorum... “Gozlerini ac lutfen, hadi ne olur ac gozlerini” diyor, gozlerimi aciyorum...




Gozlerimi aciyorum, bana niye airway taktiniz ne oluyor demeye kalmadan, doktorum, “cok korkuttun bizi” diyor... Bebegim nasil, saglikli mi, iyi mi, annem nerde, Antonio nerde diyorum, Dunya tatlisi, saglikli bir bebek geldi, anlatacagiz hepsini diyor..


Kendimi cok yorgun hissediyorum ama cok mutluyum, bebegim saglikli, Antonio, annem , babam buradalar, hersey umdugumdan da kolay oldu diyorum...

Bu benim versiyonum... Doktorum iki gun sonra yatagimin yanina oturup anlatiyor...

Ameliyat sirasinda beklenmedik bir kanama gelisiyor... Ortalik panikleyince Antonio fenalasiyor, onu hemen disariya cikartiyorlar...



Kanamayla beraber, bir de solunum problemi yasiyorum... Gozlerimi acar acmaz, bebegimin Apgar indexi kac diye soruyorum, 8 diyorlar, kacinci dakikada 8’di diyorum... Bizi bayagi sinava cektin diyor gulerek... Bir de seni annenin ameliyathanede olmadigina inandirmak biraz zor oldu...



Ordaydi diyorum, sen gormemissindir... Ordaydi biliyorum, parfumunu bile duydum.... Annem Mehtap'in dogumuna yetismek kismet olmadi dediginde hep, ordaydin anne, gozumle gordum ordaydin diyorum...

10 yil once bugun... Gunesin altinda, parktaki bankin uzerinde oturup o gunu dusunurken, yuregimde hala ayni tazelikte buluyorum herseyi...

Federico basi dizimin uzerinde, “hayat bir nehir gibi akiyor degil mi anne” diyor... Babasiyla beraber guluyoruz...

Hayatim ondan once ve sonra diye ikiye ayriliyor ve beni ona ulastiran herseye, binlerce kere, hergun, her aldigim solukta sukrediyorum...

22 Subat 2010’Roma

17 Şubat 2010 Çarşamba

ASK ISTERSE....

“Size de kahve aldim” diyor beraber nobetci oldugum genc teknisyen...
.
Yogun bir nobet geciriyoruz...
.
Dosyalardan basimi kaldiriyorum, “bu 40 yillik hatiri olacak kahvelerden” demek geciyor icimden, soyleyemiyorum...
.
Susuyorum... “Hatir” nasil anlatilir bilmiyorum...
.
“Ne kadar dusuncelisin, cok tesekkur ederim” diyorum...

Her zaman yaptigim gibi, once kahvenin mis gibi kokusunu cekiyorum icime...

Koltuguma yaslaniyorum... Kalemime, enginar ayiklamaktan leke olmus ellerime, kapatilmayi bekleyen hasta dosyalarina, odamin camindaki yagmur lekelerine, Federico ile babasinin bana aldiklari uzerinde beyaz bulutlar olan yeni kalemime, masamin uzerindeki cirkin otesi zevksiz takvime bakiyorum, yeni ve keyifli bir tane alamadigim icin “simdilik” is goren uzerinde “motivated by the mission” yazan Kanada’da kongrede hediye verilmis kalemligimi duzeltiyorum...

Bari su 5 dakikayi iyice keyifli bir mola haline getireyim diyorum ve genellikle mektuplarima bakmak icin kullandigim kahve molasinda, bilgisayarin benim icin sectigi sarkiya veriyorum dikkatimi...

Yavas tonda bir muzik ve kahve kokusu birlikte doluyorlar odaya... Odamin penceseresinden daha cok hasta yakinlarinin konakladiklari otelin solgun isiklari gozukuyor... Yagmur geceden beri hic araliksiz, hizini hic kesmeden yagiyor, hava durumu “Sibirya soguklarinin” gelecegini soyluyor...

Bu sarki hangi dilde diye soruyor teknisyen... Turkce diyorum...Ama sakin sozlerini sorma...
Sozlerini sorma cunku anlatamam...
Ben birden fazla dil konusurum... Ama yetmezler anlatmaya ...
“Kendinden vaz gecmek” nasil olur anlatamam...
“Kul hakkini, “mazlumun ahini, gozùmde tùten uzaklari ben anlatamam baska dilde...
Hùzùndùr onun adi, “I’m in blu”* anlatamaz yuregimdeki griligi...
Cebim de , cepkenim de deliktir, metelige kursun atarim 5 parasizligi anlatacagim zaman, “sono in verde”** demek hic birsey ifade etmez...

“Ho fatto la notte bianca”*** desem uykusuzlugumdan bahsetmek icin, gunahini alirim tertemiz bir rengin... Sabahi sabah ettimdir uykusuzlugun tarifi benim dilimde...

“Kalp karbe karsidir” birini dusunuyor olmak... Ici ezilmektir, biraz acikmak...

Kan beynime cikar ben kizinca, ayaklarima kara sular iner cok yorulunca...
“Canim” yuregimin en icine isleyen kelimedir, nedenini ben bilirim...
Dosyalari kapatiyorum... Camdan disari bakiyorum... Dinledigim sarkiyi kimin soyledigi hakkinda en ufak bir fikrim yok... Aksam iniyor Roma’ya... Disarda ambulans sesi hic durmuyor... Her siren sesinde, teknisyen odamin kapisina kadar gelip yuzume bakiyor... “Haziriz, uzulme” diyorum...
Yagmur damlalari camin uzerinde egri bugru izler birakarak kayiyor... Kalemligimi ittirerek masanin kenarina kadar getiriyorum, tam dusecekken tutuyorum... Bir yandan da Andrea’yi dusunuyorum... Andrea genc bir erkek hemsire... Bizim hastanenin, en iyi huylu, en insan gibi insan hemsirelerinden biri... Bu sabah onu birden bire muayene sirasinda beni beklerken buluyorum... Rengi solmus, yuzu suzulmus, gozlerinde hic isik kalmamis...
“Ne oldu sana boyle..?” diyorum...
Yorgunum , cok calisiyorum, biraz moralim bozuk filan diyor... Cok kansiz... Hadi dogruyu soyle, neyin var diyorum. Aklima acaba zayiflamak icin ilac mi aldi diye geliyor...
Ellerini masanin uzerine uzatiyor... Bakiyorum, hicbirsey anlamiyorum...

Sol elinin yuzuk parmagini tutuyor, isaret ediyor... Gozleri dolu dolu...
Hic nikah yuzugu takmadigimdan olsa gerek, bana yuzuksuz parmagini gosterdigini anlamiyorum...
“Ben ayriliyorum karimdan” diyor...
“aaaaaaaaa, no’ldu, hayirdir ?” diyorum...
.Aslinda aklim bu cocugun kan degerleri niye boyle berbat, ilac mi aliyor, icki mi iciyor, hic oyle bir tip degil, acaba kotu bir hastalik gelisiyor olmasin diye bilgilerimi tariyor..
Birdenbire basliyor anlatmaya....
Birgun once alisverise gitmisler, sevgililer gununu kutlayacaklari minik osteria° da yer ayirtmislar... Evlerine IKEA’dan catal kasik takimi almislar... Eve donmusler, aksam yemegi icin masa hazirlanirken, karisi “ben artik seni sevmiyorum ve ayrilmak istiyorum” demis ve daha o aksam babasinin evine donmus...

Oylece kalakaliyorum... Ne diyecegim...? Ne demek gerekir...?

Ne denilebilir, icinde firtinalar kopan bu genc adama...?

“Uzulme” demek, anlamsiz, komik hatta acimasiz olmaz mi...? Karsimda gozlerinden yaslar suzuluyor ve ben ne soyleyebilecegimi bilmiyorum...

“Daha ne yapsaydim ?” diye soruyor bana... Her hafta ona cicek aldim, 3 iste birden calisiyorum, annesine yakin ev aldik, tatillere ciktik, evde ondan cok is yaptim, hatta serenad bile yaptim diye anlatiyor...
“ise yaramaz Andrea”, diyorum, “ask bittiyse hic birsey ise yaramaz” diyorum...

Karin gitmekle durust davranmis, arkana bakma, kabul et ve yeni bir askin gelip seni bulacagi ani bekle , diyorum...
"Canin yanar ama gecer iste sonunda" diyorum...
"Aska can cekistirmek, cok gunah, birak aci cekmeden òlsùn"diyorum...
Ben, basbayagi, dupeduz, boyle havadan sudan konusur gibi ask icin konusuyorum...
“Yasayamam ben, onsuz var olamam, bitti benim hayatim artik” diyor...
“Belki de dogru bu soyledigin diyorum, hyatinin bu parcasi bitti mutlaka bir yerde birdenbire yeni bir parcasi baslayacak.... “Biten bir askin en guzel tarafi, birgun bir yerlerde baska bir askin baslayacaginin kesin olmasidir” diyorum...

Ben nerede hata yaptim, neyi eksik yaptim diye tekrar tekrar sorup duruyor...

Onun icin cok uzuluyorum... O gittikten sonra, kendisini sevmeyen bir insanla birlikte yasasaydi eger, hersey cok daha ùzùcù, cok daha kederli, cok daha bogucu olurdu herhalde diye dusunuyorum...

Kahve molam uzuyor... Calan sarkiyi taniyorum...
“Hazirim kendimden gecmeye ask isterse,
Kelebek omru kadar kisa surse” diyor sarkida...

Postami kontrol ediyorum, Cigdem benim bir yazimdan hareketle, insanin kendisini sevmesi uzerine bir yazi yazmis...

Size simdi anlattigim herseyi dusunerek, sana bir pas verecegim diye yaziyorum ona...

Andrea bu yazdiklarimi okusa da anlamaz ama yapabilseydim, asklari bittigi icin uzulen herkese, sakin ama sakin kendinizden vaz gecmeyin, yasiyorsaniz bir ikinci seceneginiz mutlaka vardir derdim...

Megerse ben askla ilgili konusurmusum, hem de nasil konusurmusum diye dusunup gulumsuyorum bu arada...
.
Hadi bakalim artik susturabiliyorsaniz susturun beni...
.
.

17 subat 2010'Roma

13 Şubat 2010 Cumartesi

SENI NEREDEN ALMISLAR?


Aglamakli bir yuzle cantasini siranin ustune firlatip oturuyor yanima…

“Birsey soyleyecegim ama eger birine soylersen, kuserim” diyor... “Soylemem” diyorum... “Ekmek carpsin, soylersen” diyor... “Hayir carpmasin, soylemem dediysem soylemem” diyorum ters ters...

Babam boyle yeminleri sevmiyor... Ben de sevmiyorum...
“Biliyor musun beni cingenelerden almislar annemler” diyor... Cok uzgun... Anneannesi oyle soylemis...

“Cingeneler seni nereden bulmuslar? diyorum” ... Yuzume kotu kotu bakiyor...
“Uzulme” diyorum, “beni de bir lahananin icinde bulmuslar...”


Ikimiz de biraz uzgunuz simdi...

Duvarin ustunde oturuyoruz, ayaklarimizi salliyoruz, benim elimdeki gazete kagidindan yapilma kulahtan ay cekirdegi alip citir citir yiyoruz...
.
Ilk defa o gun dusunuyorum... Beni lahanada bulmuslar tamam da, ya ablami nerede bulmuslar...?
.
Onu dusunuyorum... Ipek gibi uzun saclari, hep gulen yuzu, eve hic kimseden sikayet getirmeyisi, hic akmayan burnu, camurla oynasa bile bir comakla oynamasi, elbiselerini ayakkabilarini hic kirletmeyisi, uysalligi, tatliligiyla dallarinda bir bulbulun ottugu bir gulde bulunmak yakisir ona...
.
Ya da bir akasya agacinda belki bir yaseminin dallari arasinda, mis gibi kokuyordur mutlaka simdiki gibi onu bulduklarinda... Sercelerle, guguk kuslariyla, mavi boyunlu kumrularla arkadaslik etmistir...
.
Kendimi dusunuyorum sonra... Iki dizimin ustu hep yaralarla kapli, kollarimda agaclara tirmanmaktan kalan cizikler, iki tel sacim hep darma daginik, ayni elbiseyi ayni gun giysek bile benimkinin ustumde egreti durusuyla, lahanadan baska nerede bekleyebilirdim ki beni bulsunlar diye?
Muhtemelen oyle bulbullerle kumrularla filan da arkadaslik etmemisimdir beklerken...

Karaterime bakinca, herhalde kirpilerle iyi geciniyormusumdur diye dusunuyorum... Bir de parlak isiklara buyulenen, tavsanlarla, bir de gunese asik ay cekirdekleriyle herhalde...
.
Federico, divanin uzerinde kirmizi kagittan kalpler kesiyor... Sonra onlari ikiye boluyor, iclerine harfler yaziyor... Bir telas, bir hazirlik... “Ne oluyoruz ?” diyorum... Sevgililer Gunu icin hazirliyorum diyor...
.
Aaaah... “Sen bana arkadaslarimi pizza yemege cagirabilir miyim demedin mi? Nerden cikti bu sevgilier gunu simdi” diyorum... Aman anne, ufff diyor...
.
Antonio guluyor, “oglum annen sevmez oyle seyleri” diyor...
.
Na’palim, sevmiyorum...
.
Beni gul yapraginin ustundeki cig tanesinde bulmamislar ki...
.
Sevgimi soylemek icin adi konmus gunlere, ustune kalpler cizilmis yastiklara, oyle gerektigi icin alinmis armaganlara tahammul edemiyorum... Sevginin getirdiklerini degil, kendisini seviyorum...
.
Seviyorsam, sevdiklerim yasamin her aninda hissederler onlari sevdigimi... Enazindan ben oyle inaniyorum....
.
Hayata duydugum sevgi, beni "yoruldum" demeden calismaya alistiriliyor, baskalarinin sevdikleri onlarla kalabilsinler diye...
.
Ailemi onlarin ugruna herseyi goze alabilecek kadar cok seviyorum...
.
Oglum, kirpilerden kalma dikenlerimi tek tek cikartiyor yuregimden, koselerimi torpuluyor...
.
Arkadaslarimi seviyorum...
.
Askin buyuklugune dayansin diye, yuregimi hep guclu tutuyorum... Bir sevginin, bir sevgilinin yasamda neyi degistirebilecegini hic goz ardi etmeden...
Onun icin Antonio hakli... Sevmiyorum boyle "bilmem ne gunlerini"...

Bu tuketim zorlamasi gunlerin yarattigi, fotocopi insan modeline uymak icimden gelmiyor... Yemege gidilsin, mum isiginda yemek yensin, armaganlar verilsin, guzel sozler soylensin... Yapilsin ama adi konmus bir gunde degil, her hissedildiginde yapilsin istiyorum...

San Valentino gunlerinde erkekler cogunlukla kadinlara bedenlerine uymayan camasirlar, asla kullanmayacaklari parfumler, sahip olduklarini bile unutacaklari CD’ler armagan ediyorlar...
.
Kadinlarsa, erkeklerin kendi yaslarina uygun bulmadiklari kravatlar, giymekten hoslanmayacaklari kazaklar, cuzdan, kemer gibi cok klasik armaganlar veriyorlar...
.
Ingiltere’de 2000 erkek uzerinde yapilan bir arastirmanin sonucu cok komik... 2000 erkegin % 33’u partnerinin kullandigi parfumun markasini bilmiyor.
% 27’si asla dogru beden giysi secemiyor...
% 12 ‘si beraber olduklari kadinin goz renginden habersiz, % 10’u dogum tarihini yanlis hatirliyor... % 8 ‘i ise sac rengi konusunda tamamen kararsiz...
.
Bilimsel arastirmalar erkeklerin kadinlari etraflarindaki hersey ile birlikte bir butun olarak algiladiklarini, kadinlarinsa erkegi parcalara bolerek analiz edip hafizalarina kaydettigini gosteriyor...
.
Sevgiyi San Valentino gununde kutlamak istemiyorsaniz sizi anlarim... Dunyanin gercegi olan sevgi uzerine dusunmek icin herzaman uygun bir an bulursunuz isterseniz...
.
Yok benim oyle sevgiyle, askla isim olmaz, beni kara dikenlerin dibinde bulmuslar diyorsaniz, oyleyse siz de yalnizlarin bayrami San Fausto’yu kutlarsiniz...
.
Her arzuya uygun bir gun bulunur tuketim toplumlarinda...




Secim sizin...
.
.
.
*Karikaturler Mordillo'nun..
** Bu olaganustu sarkinin sozleri de Murathan Mungan'in...
.
13 Subat 2010'Roma

10 Şubat 2010 Çarşamba

SAHIN'LERIN OYKUSU (3)































Bugun, Ferat'in sevgili esi Selhan'in da fotografi geldi... Boylece oykulerini gorsel olarak da tamamlamis oluyoruz...

Siz bakin ikisinin de yuzune... Onlara ayni buyuk gulumsemeyle cevap verin...

Onlar basardilar... Birlikte... Dikkat ederek, hem biribirlerine hem de sizlere her firsatta destek olarak..

Hem onlara bir kez daha tesekkur edin, hem de artik kendi adiniza karar verin...

Neden sizin de boyle bir oykunuz olmasin? Varsin biz bilmeyelim, okumayalim paylasmayalim ama siz yazin yine de...

Sevgiler hepinize...

10 Subat 2010'Roma

9 Şubat 2010 Salı

SAHIN'LERIN OYKUSU (2)



Sirada Ferat'in oykusu var...


Trabzon'lu olmadan Trabzonspor'u tutan ve beni de Trabzonspor'lu yapan Ferat'in oykusu...

O sadece bu beslenme bicimine inanmakla kalmadi, bloga cok ciddi katkilarda bulundu, yazilanlari gruplastirdi, maddeler haline getirdi, hatta simdi bir kismini ingilizceye bile ceviriyor...


Guzel ve cok keyifle okuyacagimiz bir basari oykusu bu da...


Ben konusmayayim, Ferat guleryuzuyle size baksin ve anlatsin oykusunu... Bu fotografini yayinlama izni verdigi icin ve medeni cesaretinden oturu, ayri bir tesekkur daha ekliyorum Ferat'a....

Giysiler, yine Armani'den...

----------------------------------------------------------------------------------------------

FERAT’IN OYKUSU
Sira bende: Trabzonspor’lu FeratJ

Itiraf edeyim Selhan Mehtap’in sinifina kayit oldugunda basarili olacagina pek ihtimal vermemistim. Fakat, benimde bu olaya gonul verecegim herhalde kirk yil dusunsem aklima gelmezdi.


Selhan ciddi olarak basladi ve ilk uc hafta cok ciddi devam etti. Tabi evdeki yemekleri beraber yedigimizden ve benim ogle yemeklerim de ona gore hazirlandigindan bir anlamda bende saglikli beslenmeye baslamistim.


Ilk uc hafta gecmis ve ben nerede ise Selhan kadar kilo vermistim hemde ara oyunlere dikkat etmeden. Isin en guzel tarafi aslinda kilo vermek degildi.


Isin en guzel tarafi yapilanlarin diyet hissi vermemesi ve Mehtap’in onerilerinin bize cok mantikli gelmesiydi. Bunda Selhan’in Mehtap’in yaklasimlarina kafa yormasi ve aksamlari gerek internetten gerek bizim genel bilgilerimizden Mehtap’in onerilerini tartisarak ve ozumseyerek uzerinden gecmemizin cok buyuk etkisi vardi.


Yani biz hem ogreniyorduk hemde bizim genel yaklasimlarimiza cok uyan onerileri gorunce cok mutlu oluyorduk. Tabi bu ikimizinde olaya daha ciddi egilmemizi sagliyordu.


Selhan size yukarida kilolarimizi verdi genel olarak. Ben su anda 68 kilodayim (hatta bazen 67’leri goruyorum). Benim gelmek istedigim kilomdu ve karin bolgesi haric nerede ise vucudumda yag kalmadi.


Toplamda 15.5 kilo vermis oldum. Selhan’in dedigi gibi bizim icin cok buyuk bir basari cunki ben bu kiloma en son 18 sene once sahiptim. Hatta Turkiye’ye gidip alip geri verdigimiz kilolari da eklersek toplamda ikimizde 20 kiloya yakin vermis oluyoruz.


Dedigim gibi isin guzel tarafi verilen kilolar degil su anda ikimizinde ac kurtlar gibi hissetmememiz. Bunda Mehtap’in bizi yavas yavas bir yasam sekline alistirmasinin etkisi %99. Yuzde 1’i de bizim cabamiz.

Neyse fazla uzatmadan son bir seyden daha bahsedeyim. Kilolarimizi verdikten sonra herkes bize ”a ne oldu size” yada ”nasil bu kadar zayifladiniz” gibi sorular sordu. Bu sorulari cevaplamaya calisirken Mehtap’in bize ogrettiklerini daha cok ozumsedik.


Aslinda normalde bir diyet uygulayan icin cok kolay sorular bunlar cunki piyasada cogu diyette belli bir yaklasim secilip oradan yuklenilir ve aciklamasi yapmasindan daha kolaydir.


Mehtap’in bize uygulamali gosterdigi yaklasim ise tam tersine ”yapmasi kolay ama anlatmasi zor” bir yaklasim. Dolayisi ile tipik diyet degil. Bunun en buyuk sebebi bu yaklasimin kati kurallarinin olmayisi ve kisiye ozel degisikliklere acik olusu. Durum boyle olunca bu yaklasimi anlatmak zor ama bazi seyleri yaziya dokmeliyim diye kendimce bir karalama yapip sizlerle ”Mehtap’in Altin kurallari” yazisini paylasmistim. Simdi geriye dogru tekrar bakinca aslinda o 12 kuralinda temeli tek bir kural.

Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları.


Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı sevin.

Yakında gül yollayacak demektir. Ask, Elif Safak (19. kural)

Benim bu kurali yorumlamam soyle:


Kendimizi seversek ve ona bagli olarak vucudumuzu seversek, ona kaldiramayacagi yukleri (kilolari) yukleyerek kotu davranmamiz imkansizlasiyor.

Yani daha once haddim olmadan siraladigim Mehtap’in 12 Altin Kuralini sadece bire indiriyorum.


Biliyorum Mehtap kurallara karsi ama insanin kendisini sevmesini soyleyen bir kurala kizmaz sanirim :) Hem bu sefer adini da duzgun yazdim..:)

Kendinizi sevin, vucudunuzu sevin, ve kendinize inanin, gerisi Mehtap’in yazdiklarini okuyup yapmaya kaliyor. Herseyden onemlisi okuduklarinizi “yaptiktan sonra” neden yapildigini anlamaya calisin.


Fakat, kesinlikle “anlamadan uygulamam” demeyin. Uyguladikca kilo verecek, kilo verdikce merakiniz artacak ve daha cok sorgulayip daha cok ogreneceksiniz. Bu bilgi ile belki de omur boyu saglikli bir kilonuz olacak ama unutmayin kesinlikle “simarmak” yok.


Hepinize sevgiler.

7 Şubat 2010 Pazar

SAHIN'LERIN OYKUSU (1)

Bugun cok ilginc bir oyku okuyacagiz birlikte…


Dogru beslenmenin ne oldugunu ne yapsam bu kadar guzel anlatamazdim ben…

Oykumuzun kahramanlarindan Selhan, bu beslenme programini uygulamaya karar veriyor… Dogal olarak evdeki yemek duzeni bu kararla birlikte biraz degisiyor…


Bir de bakiyorlar ki, o arada esi Ferat kilo veriyor…
Selhan ve Ferat Amerika’da yasiyorlar… Selhan akademik kariyerin en onemli asamalarindan birini, PhD yani doktora yapiyor. Iki guzel kiz cocugunun annesi… Iyi ve sevgili bir es, anne ve bilim kadini ayni zamanda..


Ferat ise, Turkiye’deki karsiligi docent olan associated professor ama benim icin Trabzon’lu Ferat… Yazdigi yorumlarla beni hep gulumseten bazen de huzunlendiren, grubumuzun bilimsel koordinatoru, akademik kimligini gercekten bize sagladigi katkilarla da ortaya koyan, bir zamanlarin bakkal ciragi Trabzon’lu Ferat…


Onunla beraber, takim tutmadaki vefasizligim son noktasina ulasiyor ve renklerini bile bilmedigim Tranzonspor’a geciyorum nasil yapip bloguma ekledigimi kendim bile bilmeden… "Deger Mehtap Hanim, formasinda gokyuzunun rengi var ya, deger” diyor… Obur rengin bordo oldugunu, futbolu en fazla benim kadar anlayan (!) babama sorup ogreniyorum…

Iste bu oyku, onlarin oykusu…


Bu arada yaziya eslik eden kiyafetler, bence modada rafineligin tek ismi “Armani”’ye ait…
----------------------------------------------------------------------------------------------

SELHAN’IN OYKUSU


Hayatim boyunca, son 6 yil haric, sisman olmadim. Ama arada yasadigim 2-3 yil haric sisman da olmadim. Boyuma uygun duzgun bir kiloya sahiptim. En azindan simdi oyle dusunuyorum.


Genclik yilllarinin basinda hep sisman oldugumu dusunup rejim yaptim ama Pazartesi baslayip Persembe bitiriyordum. Rejime baslamadan onceki haftasonunu da bu arada ozleyecegim tatli, pasta, borek ,corek vs yi yemekle geciriyordum. Bunlar genclikte olanlar. Bugune yaklasalim biraz…


2003’te ilk kizima hamile kaldim. Herkes hamilelikte aldigi kilolari veremez ya, benim o sorunum hic olmadi. Midemin yaptigi asitten dolayi zaten istedigim herseyi yiyemedim. Gunlerimin cogunu peynir ekmek ve diger meyve ve sebzeleri yiyerek gecirdim. Dikkatinizi cekiyorum listede tatli yok. Yine de kilo aldim. 8-9 kilo kadar.

Dogumdan sonraki 3. Hafta icinde dogum oncesi kiloma donmustum bile…Peki sorun nerede o zaman diyeceksiniz? Dikkatli okuyucunun gozunden yukardaki “Dikkatinizi cekiyorum listede tatli yok.” cumlesi kacmamistir…


Cocugunun sagligini herseyden ustun tutan ve organik/dogal urunlerle beslenmeye onem veren bir anne olarak kizimi emzirecegim acikti. Ve basladik. Bebek dogdugu icin mide kapakcigi yerine donmus ve mide durumu eskisi gibi olmustu. Herseyi yiyebilirdim yani…


Bol bol su icmenin yani sira tatli yemege basladim. Karbonhidratli yiyecekleri istiyordu vucudum. Bende patronu dinledim. Ilk basta cok fazla sorun olmadi. Ilk bir yil 3 kilo aldim. Birinci yilin sonundan once bebek ek gidalara basladi ve anne sutune olan gereksinimi azaldi. Ama bendeki istah azalmadi. Midem buyumustu ve daha da cok yiyordum.


Yemek icin yasamamistim hic o gune kadar ama yemek icin de yasanirmis demeye basladim… 2. kizima hamileligim tabii yuksek kiloda basladi. Zor bir hamilelik gecirdim (dusuk tansiyon) ama doktorum mide asidim icin ilac verdiginden yemek yiyememek gibi bir sorunum olmadi. Zaten fazla yemege alismis bir insan icin onunde kalan bir iki psikoljik engeli de asip kendini yemege vermek hic de zor olmadi.

Dogumdan 4 hafta sonra basladigim kiloya donmustum ama yine de. Bu bebek cok daha huysuzdu oteki kizimdan. Tabii bir de tek cocuk farkli oluyor. Calismadigim icin istedigim zaman uyuyabiliyordum birincide. Ya ikinci gelince? Oyle bir sey mumkun degil… Sizip kaliyordum cogu zaman.
Uyanik kalabilmek icinde daha cok karbonhidratli yiyeceklere yukleniyordum. Mide buyumustu. Kilolar alinmisti. Bosver o zaman deyip yemege devam ediyordum. Arada aynada gordugum insani taniyamiyordum ama bir sekilde kendimi kandirmaya devam ediyordum kilo verecegim diye. Donem donem de verdim. Ama 3-4 kilodan sonra simarip tekrar basladigim yere donuyordum.
2008 Kasim ayinda Mutfakta Zen bloguna gittim hatirlamadigim bir sekilde. Boylece sevgili Tijen Inaltong ile tanistim. Bir yazisinda Mehtap’tan ve blogundan bahsetti. Gittim. Cok sevdim. Kafam uydu yani.

Okumaya basladim. Derken mart ayi geldi ve benim kilom had safhaya cikti. Yururken, merdiven inip cikarken beni rahatsiz etmeye basladi. Kolay degil 1.62m boya 74.5 kilo olmustum. Artik bir cozum bulmam gerektigine karar vermistim. Hemde cok ciddi bir bicimde.

Ve tam bu sirada Mehtap zayiflama sinifini acti. Kaydoldum ve haziran ayinda 3 yildan sonra gidebildigimiz Kibris ve Turkiye (biz ABD’de yasiyoruz) gezimize giderken ben 65.5kg idim (3 ayda 9 kg). Ve cooook mutluydum. Gelmek istedigim nokta degildi ama cok uzun bir suredir gormedigim bir kiloya gelmistim.
Bu arada esim de benimle beraber farkinda olmadan bu hayat duzenine alisti. Ilk 3 haftada bana yakin kilo verdi. Ve bize katilmaya karar verdi. Yukarda anlattigim yeme sureci onu da etkilemisti dogal olarak. O 83.5 kg ile baslayip 72 kg olarak yaz tatiline basladi (3 ada 11.5 kg).
10 hafta suren tatilimizin sonunda ikimizde kilo aldik. Almamak imkansizdi saniyorum. Ama bol bol yurumemiz, yuzmemiz ve zaman zaman kendimizi frenlememiz sayesinde az hasarla geri donduk. 4 er kilo aldik. Ilk olarak onlardan kurtulmamiz sonra da hedefimize ulasmamiz gerekiyordu.

Ve basardik… Sevgili esim benden once basardi. Tatil kilolarini verdi ve incelmeye devam etti. Tabii ki bende. Tatil kilolarimi verdim 62kg a ulastim kasim ayi sonunda.

Kasim sonundan itibaren sosyal hayat, davetler, hastalik, okul tatili, soguk hava gibi bahanelerle kilo vermeye devam edemedim. Ancak kilomu koruyorum. Bundan da cok memnunum. Gurur duyuyorum diyemiyorum henuz. 55kg benim hedef kilom. Oraya inip onu bir yil korumayi basarinca gurur duyuyorum diyecegim!

Bu gune kadar basardiklarimizi kucumsemek degil amacim. Buraya kadar gelmek de cok buyuk basari ama yilmadan devam etmek gerek!

Esim, Ferat, gunde 3 kere yemek yiyen bir insandi. Cogumuz gibi. Mehtap’in yontemi ile bunu 5’e cikardi ve farkini gordu. Ben uzun sure acliga dayanabilen bir insan degilim. O yuzden 5 kere yiyordum zaten. Ama ara ogunlerimi duzenli olarak degil, atistirma, o anda elime ne gecerse seklinde yapiyordum. Saatleri duzensizdi. Simdi gunun kosusturmacasi icinde 2 dakikami ayirip ara ogunlerimi yiyorum. Disarda olacaksam cantama elma koyuyorum. Yanima iki tane de biskuvi aliyorum! Tamam!

“Yemekle ekmek yemezsem olmuyor. Herseyden vazgecerim ama ben ekmek yemeden doymam!” Bu cumle tanidik geliyor mu? Yillardir bu iddia ile yasadim. Simdi ise bazen Masaya ekmek getirmeyi unutuyorum, kizlar hatirlatiyor!

Tatli… Hala daha tatli yapmayi seviyorum. Ama misafir gelecegi zamanlarda yapiyorum ve az yiyorum! Veya birisinin evine giderken tatli yapmayi ben ustleniyorum. Canimin istedigini yapiyor ve yiyorum ama evde kalmiyor!


Bunlarin hicbiri denk gelmedi ve ben hala daha tatli mi istiyorum, o zaman da yapiyorum, biraz yiyorum ve gerisini donduruyorum, kucuk porsyonlar halinde. Boylece baska zaman cozup yiyebiliyoruz…Veya cukulata… Sutsuz cikolata hem az kaloriye sahip hemde daha az sekere…
Bu arada hic mi kacamak yapmadim? Yaptim! Ama dengelemeye calistim, ya sporla ya da o gruptan baska bir seyi daha az yiyerek… Ilk uc hafta hic tartilmadim. Kocaman gobegim oyle hizla inmeye baslamisti ki gerek kalmamisti tartilmaya. Daha sonra ise 10-15 gunde bir tartilmaya basliyorsunuz zaten. Kiyafetleriniz uzerinizde cirkin durdukca acaip mutlu oluyorsunuz…

Esim de ben de zayif zamanlarimizdan kalan kiyafetlerin bir kismini saklamistik. Bollasmis kiyafetleri kaldirip yerlerine “eski dostlardan” bazilarini asmak inanin ki cok zevkli. Yeni kiyafet alisverisine gidip de magazalarin aynalarinda yakisan kiyafetler gorup alma istegi ile dolmak da cok guzel. Arkadaslarinizin gozlerinde beliren hayranlik, sizin adiniza duyduklari sevinc de cok guzel! Tabii nasil bu kadar zayifladin sorusunu bir ogretmen havasinda cevaplayabilmek (tesekkurler Mehtap) de cok zevkli olay!
Mehtap’in yardimi ile 14 kilo veren Funda’nin yazisini okudugumda hayran kalmistim. Bosver 14’u, 7 kg bile versem ben cok mutlu olurum demistim. Oysa su anda ben de 13 kg veren biri olarak “basaranlar” sinifindanim.
Bu is bitmedi daha devam edecegim ve son kalan 7 kiloyuda verecegim.


Siz de kendinize inanin.

Yavas yavas baslayin bu ise. Bir sure sonra hersey cok kolaylasacak ve aliskanlik olacak.

Dusunmeden her yemegin yaninda bol bol salata ve az ekmek yiyeceksiniz.
Dort tane baklava degil bir tane yiyip mutlu olacaksiniz. Diger ucunu yemediginiz icin degil, bir taneyi sucluluk hissetmeden zevkle yiyebildiginiz icin…


8 Subat 2010'Roma

5 Şubat 2010 Cuma

DEFNE'NIN OYKUSU...


Merhaba,

Size de oluyor mu bilmiyorum, gozumu aciyorum, kapiyorum hafta gecmis...

Neyse, iste burdayiz yine... Toplantida birakmistik, hani benim susmaya karar verdigim toplantida...

Ben sustum o toplantida gercekten,...

Sorumlusu oldugum sektorlerin ve projelerin sonuclari konustu sadece... Hem de oyle bir konustular ki, nedense pek kimsenin cani konusmak istemedi ondan sonra... Genelin aksine, sessiz bir toplantiydi yani...

Bu vesileyle, komur rengi sac rengimi degistirdim... Artik sonbahar yapraklari, tutun rengi, bal rengi, findik ici, ceviz akliniza ne renk gelirse isil isil parliyorlar saclarimin arasindan...

Bu hafta biraz sizin oykulerinizi dinleyelim istiyorum...

Bu gun Defne'nin oykusu... Cok guzel, cok acik, ve aldigi sonuc acisindan cok keyif verici...

Kilo vermem durdu diyor... Cok normak, fiziksel aktivite azalinca, mevsim kis olunca, metabolizma biraz alisinca, siz biraz gevseyince kilo verme durur, ama biz biraz ara vermeyi zaten hedeflemeliyiz...


Sonra kendimizi soyle bir silkeleyecegiz ve kaldigimiz yerden kalan 3-5 kiloyu da verecegiz...
Aslinda hedefimiz bu degil bizim...

Biz daha saglikli beslendigimiz icin kilo veriyoruz, unutmayin bunu...

Bu arada Defne, 25 haziranda 90,1 kg iken, birgun sonra 26 haziranda nasil 88,5 kg olmus, bunun cevabini bana sormayin... :-))


Hadi arkaniza yaslanin ve keyifle okuyun bu oykuyu... Sizin de basarabileceginizi hic aklinizdan cikartmadan, Chanel'in guzelim renklerinin de tadina vararak... Diger cantalardan disi kumasli olan Fendi, rugan olan Dior, gozluk Trussardi...


-------------------------------------------------------------

Merhaba,
Ben Defne, yasim 39 ve mayıs-kasim aylari arasinda 95 kg dan 71 kg a dusebilmis biri olarak hem mutlulugumu hem de deneyimimi sizlerle paylasmak isytiyorum naçizane.
Bu arada boyum 162 ve hala fazlaliklarim mevcut en cok da karin bolgemde)
Cok sevdigim bir arkadasimin tavsiyesi ile okumaya basladim sizleri ve tarih mayis 2009'du. Her tesebbusumden sonra 10 kg ekleyerek kendime 95'i nihayet yakalamis oldugum donem...
Her adimimda, aldigim her nefeste beni zorlayan bedenim ve baslayan saglik sorunlarim sebebiyle artik baslamalyim demistim ve muthis enerjisi ve cok guzel tavsiyelerle suslu sitede sizlerle tanistim.

Defalarca okudum, okudum. Sonra bir plan yaptim ve ben artik 1 aylik bir diyet yapmayacaktim; tamamen aliskanliklarimi ve damak tadimi degistirmeliydim. Yas olmus 39 artik frene basma zamani gelmisti.

Surekli oturarak calisan bir anneyim.
Oncelikle beyaz unla yapilmis gidalardan tukettigimde baslayan kalp carpintilari ve ellerimin sismesiyle kahvaltilarimi artik asagidaki cafeden değil evden tam bugday, kepek, çavdar türlerinden sevgili Mehtap Hanım'in da tavsiye ettigi gibi karistirarak tuketmeye basladim.

Az yagli ve tuzlu beyaz peynir sekersiz cay ve tabii domates salatalık.. Ilk ara ogunde 1 meyve. Ardindan ogle yemeginde ev yemekleri hazirlayan lokantadan zeytinyagli bir yemek ve 2 dilim kepek ekmegi esliginde yagsiz mevsim salata. Saat15:30'da bir kase yogurt veya meyve . Sonra 18:00 de eve gelince hemen meyve veya 2-3 grissini ve 19:00da sahilde yuruyus. Tam 8 km hergun.

Onceleri surunerek eve donerken (Hatta kimi zaman otobusle donmeyi dusunurken)2 ay icerisinde gercekten iyi bir tempo yakaladım.
Aksam yemeklerinde kimi zaman ton balıklı salata ama cogunlukla karpuz ve az yagli beyaz peynir tukettim. Butun bir yaz hafta sonlari haric bu sekilde beslendim.
Okullar kapandiktan sonra oglumun babaannesiyle yazliga gitmesiyle evde aksamlari hic yemek pisirmeden sadece bu sekilde beslendim. Haftada 2-3 gün balik oglen ya da aksam yemeginde tercih ettim. Haftada 1 gün kirmizi et tukettim.

Hafta ici oglen yemeklerimi cok ozenli sectim diyebilirim. Kendim icin yararli olan ne varsa artik gittigim lokantalarda buna dikkat ediyorum. Kizarmis yerine kozlenmis gidalari tercih ediyorum.

Kirmizi biber mesela cok tukettim.
Kisin gelmesi ve gunlerin kısalmasi sebebiyle artik sadece haftasonlari yuruyebilsem de evdeki eliptik bisiklet ile 25 dk egzersiz yapmaya, 40 tane mekik cekmeye gayret ediyorum.Ve her sabah kalkar kalkmaz 40 kez zipliyorum:)

Bu gunlerde tempom dustu gercekten ve kilo vermem durdu. Kisi kazasiz atlatmayi diliyorum ve Mehtap Hanim ne olur su kilo vermenin durdugu ve istahin arttigi donemlerde ne yapacagiz lutfen tavsiyelerinizi esirgemeyin.Merak eden olursa kilo verme takvimimi yazayim.
















Tum degisiklikleri not almisim:)


30 nisan 95kg
8 mayis 94kg
21 mayis 94 kg
28 mayis 93,3
18 haziran 91,2
25 haziran 90,1
26 haziran 88,5!!!
4 temmuz 87
12 temmuz 85
31 temmuz 82
15 agustos 80
28 agust 78,7
14 eylul 75,6
1 ekim 75
13 ekim 72,8
16 kasim 72
27 kasim 71,5
su anda da 71 (14.01.2010)

Sevgili Mehtap Hanim ve ilgilenen tum arkadaslarim, yorumlariniz ve tavsiyelerinizi bekliyorum. Benim ekleyemedigim, isyerinde aceleyle yazarken unutmus olabilecegim detaylar icin yine konusalim.

Ben basardim herkes basarabilir yeter ki karar verin ve harekete gecin.
Sevgilerimle!
5 Subat 2010'Roma