Mutfak penceresinden disariya bakiyoruz... Bak yapraklar dokulmeye basladilar bile diyorum, belki degisik renklerde toplayip bana getirirsin birkac tane... Burnunu cekiyor.. Hava cok sicak.. Cok nemli.. Cok yapis yapis... Ama ruzgar var.. Gunes gokyuzunde ama, gokyuzu grimsi...
Anne bu mevsimin adi ne diyor.. Bu mevsimin adi Roma diyorum..

26 Şubat 2010 Cuma

FATIH MIKA KONUGUM....

Fatih'i taniyorsunuz ... Unlu bir gravur sanatcisi olarak mutlaka...
.
Bilmediginiz belki benim icin saksida yetistirdigi nar agaci, sus biberleri, Federico'ya yaptirdigi gravurler, beraber yaptiklari ve Federico'nun etkilemek istedigi herkese ilk gosterdigi seylerden biri olan kaleidoskop, cicek kurutma presi, atolyesinde pazartesi ogleden sonralari cay icip, dunya dertlerini eledigimiz bir arkadasim oldugu belki...


.
Hic bilme ihtimaliniz olmayan sey ise, onun "never where, never when" sergisinden sonra, o olaganustu gravur kuslara bir siir yazdigim, bunun hayatimda yazdigim ve yazacagim 3-5 siirden biri oldugu... Ustelik Fatih'in bu siiri web sayfasina koyarak, sairligimin onayini da yapmis oldugunu hele hic bilmiyorsunuz...
.
Fatih oykuler de yaziyor... Dusun nerede baslayip, gercegin nerede sonlandigini anlamadiginiz cok guzel oykuler bunlar... Bazan Tombouktu isimli bir golu, bazen bir Fink Fink kusunu, bazen Mino isimli bir arkadasi, baliklari, sapanlari, yildizlari, agaclari, guvercinleri anlatiyor ani-oykulerinde... Bazen donup Tofu'da okuyorum onun oykulerini de, butun o guzelim yazilari da..

.

Turkiye'deki sergisinin acilisi icin gitmeden once konusuyoruz telefonda... Sana bir oyku yolladim diyor... Okuyorum hemen... Benim sevdigim tarzda, insani sasirtan oykulerden bu da...
.

Hadi arkaniza yaslanin, alin elinize cay fincaninizi ve "Kumlu Begonya"'nin oykusune kulak verin onunla birlikte...



.



Sevgili Fatih, blogumdaki misafirligin, aynen evimizdeki misafirligin kadar degerli benim icin... Yine gel... Gazetelerimi de getirmeyi unutma sakin...


--------------------------------------------------------------------------------------------



KUMLU BEGONYA
.
Misafirliğimin bu son sabahında, geniş pencerenin önünde oturmuş kahvemi içiyorum. Dışarda fırtına, palmiyeleri yağmurlarla kırbaçlıyor. Palmiyeler, çocuklar gibi çaresiz ellerini kaldırarak, adeta elleri ile vücutlarını örterek bu dayaktan kurtulmaya çalışıyorlar.
.
İleride İzmir Körfezi var. Gri bulutların ezdiği Körfez’de beyaz bir vapur, rüzgara yenik düşmeden yol alabilmek için zig zaglar çizerek ilerliyor.
.
Şimdi, yola çıkmanın tam zamanıymış gibi, odama dönüp son eşyalarımı bavuluma yerleştiriyorum. Hiç biri itiraz etmeyip bavulun derinliğinde kayboluyorlar. Ama içimde, benimle birlikte götüremediklerimin boşluğu var, sanki İzmir’de bir şeyler bırakıyorum.
.

Şöföre bir yerden baklava almak istediğimi söylüyorum. Şöför, söylediğimi unutmuş gibi otombilin silecekleri ile yarış edercesine hızlı hızlı gidiyor. Şehrin dükkanlarla dolu caddesi bitti bitecek derken, bir pastahanenin önüne yanaşıyoruz. Baklavaları alıp otombile dönüyorum.


.
Birden şehir bitiyor. Ege’nin kışı tanımayan toprağı, ağaçları, otları; yağmurla, gri bulutlarla hem görsel hem de fiziksel olarak sevişiyor. Ben de; kendimi, uçağımı, karakış yolculuklarımı, günlük dertlerimi unutup şiirler yazmak, bulutların arasında sibeli aramaya çıkmak, sırıl sıklam olmak istiyorum.
Havaalanın sakin yüzü, beni de sakinleştiriyor. Başka şehirlerde ki, daha da kötü hava koşulları, gelecek ve gidecek uçakları geciktiriyor. Birden siyah saçlı bir küçük çocuk, kocaman siyah gözleri yaşlarla dolu, iç çeke çeke ağlayarak “Anne ne olur uçağa binmeyelim.” diye ağlamaya başlıyor.
.
Yeşilköy Havaalanı’na varış saatimiz ile benim Roma’ya hareket saatim arasında nerede ise fark kalmıyor. İç hatlar ile dış hatlar arasındaki mesafenin ne kadar zaman aldığının hesabını daha önce yapmamış olmama kızıyorum.
.
Uçakta, uçağımın kalkacağı kapı numarasının anons edilmesi içimi biraz rahatlatıyor. Fakat, kan ter içinde 310 nolu kapının önüne gelince, bunun hiç bir işe yaramadığını anlıyorum. Uçağın kalkışının her ertelenmesinde kapı numaraları da değişiyor. Ben kolumun altında paltom, elimde çantam, baklavalar ve Mehtap için aldığım bir dolu gazete ile o kapıdan o kapıya koşturuyorum.
•••
Kendimi böyle bir kapının önünde, banklardan birine atıp, çantalarımı sağa sola yerleştirip, etrafıma bakınmaya başlıyorum. Yan tarafımdaki genç kız, hiç de mecbur olmamasına rağmen, sevgilisine derdini argo kelimelerle anlatıyor. Karşımda, masaj makinası tanıtımı yapan bir bölüm var. Bir genç kadın ve erkeğin, tanıtımını yapmaya çalıştıkları masaj makinasını, üç pisten sadece teki çalışan, uçakların gidiş ve gelişlerindeki gecikmelerin saatleri aştığı ya da uçuşların ertelendiği bu günde pazarlamak kolay değil. Ama büyükçe bir ekran, makinanın nasıl çalıştığını anlatıp duruyor. Ben birden havaalanın yüksek camlarının kenarında bol ışıkta keyiften kırmızı yaprakları ile yanmış tutuşmuş, bu soğuk kış gününde çiçekler açmış, kumlu begonyayı görüp dalıyorum.



.
Annemin, ilk dalını nereden, kimden aldığını bilmediğim bu kumlu begonya, Küçükçekmece’deki evimizin balkon kapısının yanında büyükçe bir saksıda dururdu. Sabah ve akşam güneşi aldığı bu ışıklı odada mutlu, her yıl komşulara hediye edilen sürgünler verir, salkım salkım buzlu kırmızı çiçekler açardı. Ben bu ekşimsi çiçekleri yerdim. Nerede ise tavana kadar yükselen bu begonyanın yanında, yeşil kanaryam Yunus şarkılar söylerdi.
.
Ben sabahları bu balkon kapısından gizlice kaçıp tarlalara, kırlara kuş tutmaya gider, sonra eve herkesin çıktığı normal kapıdan; cebime sakladığım, küçücük yüreklerimizin korkulu atışlarının birbirlerine karıştığı kuşlarla girerdim. Kuşları çatı arasındaki kafeslere yerleştirir, yemlerini sularını tazeler, alt kata azarlar işitmeye inerdim. Bu azarlar, kızmalar benim maceralarımın tadını o an için kaçırsalar da benim maceralarımı engelleyemezlerdi.
Dalıp gitmişim işte.
.
Birden masaj makinasının tanıtımını yapan bölümdeki genç kadınla göz göze geldik. Kadın, bana gülümsedi. O gözlerdeki pırıltıdan, o gözlerdeki davetkarlıktan cesaret alıp, ben de bu beyaz tenli, siyah saçlı genç kadına gülümsedim. Bu gülümseyen gözlerde, ondan isteyeceğim her şeyi bana sunacak bir yumuşaklık hissetim. Hemen oturduğum banktan kalkıp kadına yaklaşıp, arkasındaki saksıdaki kumlu begonyayı gösterip:
- Bu begonyadan bir dal alabilir miyim.

•••
Kendimi böyle bir kapının önünde ki banklardan birine atıp çantalarımı sağa sola yerleştirip etrafıma bakmaya başlıyorum. Yan tarafımda ki genç kız hiç de mecbur olmamasına rağmen sevgilisi ile argo kelimelerle konuşuyor. Karşımdaki bölümde, genç bir kadın ve erkek bir masaj makinasının tanıtımını yapıyorlar.
.
Birden kadın çok dikkatimi çekiyor. Bütün güzelliğini gösterip beğenileceği bu kalabalık arasında olmak yerine, şehrin varoşlarında, damlarda güvercinlerin peşinden koşmak istiyor gibi bir hali var. Ben de onunla damlara çıkıp rengarenk güvercinler uçurmak; basma enteriler gibi yeşil tarlaların kırmızı gelincikleri arasında onunla saklanmak; kılçıklı buğdayların başakları ile tuvaller boyamak; sabırla düğüm düğüm atılmış danteller gibi bakır kalıplar kazımak; bu dantelli bakır kalıpları beyaz kağıtlara basmak;



bilmediğim şehirlere, bilmediğim ülkelere uzun yolculuklar yapmak; kelimelerin bitmediği, zamanın yetmediği, içinde umutlar ve yaşam olan sohbetler etmek; sıcak vücuduna sarılmak istiyorum.
.
Genç kadının kırmızı dudakları gülümsüyor. Bana arkasındaki kumlu begonyayı gösterip:

- Ne zamandan beri bu kumlu begonyaya bakıyorsunuz, isterseniz alın onu, nasılsa yarın burası yeniden düzenlenecek, yeni çiçekler getirecekler.


----------------------------------------------------------


Fatih'in notu: Yazidaki "sibel" kiz ismi degil (Mehmet Altun'dan ogrendim). Yagmur tanesinin buluttan kopup henuz yere dusmemis halinin adi.


Mehtap'in Notu: Adin cikmis dokuza...



Fatih Mika
Roma, Şubat 2010

6 yorum:

chfashiontrend dedi ki...

Türk evlerinin vazgeçilmez çiçeği begonya ...Hikaye de çok hoşmuş..Çiçekleri çok severim ,özellikle de evin içinde bir ağaç varmış havası yaratnları.....

Adsız dedi ki...

merhaba;
ben sizi uzun zamandır takip ediyorum ve severek okuyorum.size bir sorum olacak ;
elma krom zayıflama hapı hakkında ne düşünüyorsunuz?zararları varmıdır?
cevabınız için şimdiden teşekkürler

gamze ilerchi dedi ki...

Fatih Bey'in ve onu konuk eden senin yüreğinize sağlık...Eğer istersen bir kumlu begonya fidesi emrine amade,burada seni bekliyor,sevgiler

misk dedi ki...

merhaba Mehtap Hanim,
blogunuzu gecen hafta büyük bir mutlulukla kesfettim ve yedigim ictigim seyleri düzenleyebilmem konusunda bana güzel bir motivasyon kazandirdi, cok tesekkürler bunun icin. bu güzel hikayenin ardindan biraz ruhsuz bir soru soracagim icin üzgünüm: metabolizma cayi ile ilgili. bunu hemen demledim ve 3 gün yetti, bitti, ve kendimi gercekten iyi hissettirdi bana. acaba ne siklikta bunu icebiliriz? yani 1-2 hafta boyunca devamli hazirlayip icebilir miyim? tadi da cok hos gercekten,
tesekkürler, sevgiler

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Küçüklüğümde begonya annemin yetiştirdiği çiçeklerdendi. Bizim evdeki saksıda açan çiçekleri ben de yerdim!
Fatih Bey'in tatlı öyküsü beni o günlere götürdü.

Nihal dedi ki...

Günaydın Mehtap Hanım;
Yeni bir sınıf açmayı düşünürmüsünüz? - 2 haftalık programı başarı ile yapmış ancak gerisini getirememiş bir öğrenci :(-
Sevgiler
Nihal