Mutfak penceresinden disariya bakiyoruz... Bak yapraklar dokulmeye basladilar bile diyorum, belki degisik renklerde toplayip bana getirirsin birkac tane... Burnunu cekiyor.. Hava cok sicak.. Cok nemli.. Cok yapis yapis... Ama ruzgar var.. Gunes gokyuzunde ama, gokyuzu grimsi...
Anne bu mevsimin adi ne diyor.. Bu mevsimin adi Roma diyorum..

12 Ağustos 2009 Çarşamba

SUYA ANLATACAGIM...




Herkes nihayet uyuduktan sonra, bahcede bizim saatimiz basliyor Nilgun'le.. Eskileri hatirliyoruz.. Dert edilmeyecekleri dert sandigimiz gamsiz gunlere, o gunlerdeki hallerimize gulumsuyoruz..


Kimseyle ilgilenmez denilen soguk, mavi gozlu meslektasimizin daha ilk nobetimin cikisinda gelip beni yemege davet etmesinin ardindan tutuldugum hickirik krizini, beni baska bir doktorla karistirip saclarimi yolan bir hastayi, sabahlara kadar gulmekten katilarak calistigimiz TUS sinavlarini, Nilgun, Halil ve Ibo ile beraber yaptigimiz tatilde bizim ucumuzun valizinin toplaminin bile Nilgun'unkine erisemedigi o yolculukta, sonra nasil onun kazaklarina muhtac kaldigimizi ve daha yuzlerce ani, aniyi, hayatlarimiza girip cikan, renklerini, adlarini, tadlarini birakan insanlari gulumseyerek, huzunlenerek, bazen kizginlikla, biraz kirginlikla filan hatirliyoruz..


22 koca yil olmus biz tanisali.. Kentler, yuzler, adresler degismis yasamlarimizda, biz ayni kalmisiz birbirimiz icin..


Bir ara Federico'ya bakmak icin iceri giriyorum.. Onu ellerini yuzune dayamis bogazi seyrederken buluyorum.. "Niye uyandin canim?" diyorum.. "Bilmem, uyandim iste" diyor.. Yanina oturuyorum, onunla birlikte bogazin karsi yakasindaki isiklara bakiyorum..


Biliyor musun diyorum, o isiklarin icinde kimbilir ne hayatlar var?


Cok zenginler, cok fakirler, simdi su an buyuk mutluluklar yasayanlar, huzunlere bogulanlar, sevdikleri bir insana sarilarak uyuyanlar ya da sarilip sevdikleri ile vedalasanlar, ders calisanlar, hastalar, onlara bakan doktorlar.. Yeni yoldan gelenler, gitmeye hazirlananlar..


Hayat var o isiklarin icinde diyorum..


"Su nereye gidiyor anne" diye soruyor? "Karadeniz'e herhalde" diyorum.. "Ya da tam tersi, onu bilmiyorum ama, biliyor musun, eger bogazin sularina bakip, seni uzen bir derdini anlatirsan, su onu da alip gotururmus uzaklara"..


"Sen bunu nereden biliyorsun?" diye soruyor merakla.. Bunu su aralar okudugum Turkleri anlatan bir Italyanca kitaptan ogrendigimi soylemek istemiyor canim.. "Biliyorum iste" diyorum.. "Hadi uyu artik, cok ama cok gec oldu" deyip yanagina bir opucuk konduruyorum..


Nilgun'un yanina donuyorum.. Kahvenin ve sohbetin devamina..


Yarin sabah yine yuruyecegim..


Ayaklarimi sarkitip anlatacaklarim var bogazin sularina..



13 Agustos 2009'Istanbul






11 yorum:

Belgin dedi ki...

Mehtapcim, umarim bogazin sularina anlatacaklarin güzel ve seni üzmeyen seylerdir... Hayatin hep güzelliklerle dolsun:))

Sevgilerimle

beenmaya dedi ki...

bende elif şafak'ın pinhan'ında okumuştum suya anlat diyordu derdini su dinler seni ve alıp götürür uzaklara...

Hayat dedi ki...

Bu satırlarla tanışıyor gibiyim, yazdığınız pek çok şeyle de...
Bakalım size de tanıdık gelecek mi, üç yıl önce yüreğimden dökülenler?

"Deniz çarşaf gibi şu anda, nasıl net tüm manzara!..İnsanı dâvet eden,ayartan ,kışkırtan ,cilveleşen,oyun oynayan!..
Şehre tepeden bakıyorum, batıdan doğuya önümde uzanıyor..Ve bu berrak havayı boğmak istercesine bacalardan yeni yeni yükselen dumanlar..
Ötelerde,tâ ötelerde ufuk çizgisi sonsuzluk hissi veren..Evlere bakıyorum, beton yığınları, yer yer düzenli yer yer çarpık! Ne hayatlar tütüyor o evlerin içinde diyorum o bacalarla birlikte!
Çok gençtim henüz, bir komşumuzla sohbet ediyorduk. Ben bir genç kız,o evli, 30 lu yaşlarda bakımlı, hoş, alımlı bir kadındı.Uzaktan bakıldığında "Ne derdi olabilir ki?" diye düşündürecek cinsinden hani...Çocuğu olmuyordu bildiğim kadarıyla.
"Tencere kaynıyor ama et mi,dert mi kaynıyor.."demişler, dediğinde şaşırmıştım, bu sözü ilk defa duyuyordum o zaman. dertlerle de çok fazla tanışmamıştım, acemiydim:)
Sonrası, zaman zaman hatırlayıp, üzerinde düşündüğüm sözlerden birisi olmuştur."
Hayat
.........

Böyle devam eden bir yazıydı.
Eski bir yazımı aradım, bu sabah yazdıklarınızı okurken...
Eminim ki birçok insan, kendinden bir şeyler buluyor sizde.

Sevgiyle kalınız. : )

Deniz dedi ki...

çok güzel anlatmışsınız, benim bile boğazın sularına anlatasım geldi...

Adsız dedi ki...

önce Hoşgeldiniz evinize diyorum. Ne kadar güzel sizin nefesinizi yakınımızda hissetmek(Hoş ben km.lerce uzaktayım İstanbul'a) sizin kendi memleketinizde, sevdiklerinizle mutlu bir tatil geçirmenize sevindim.
Ne güzel anlatmışsınız, arkadaşınızla paylaştığınız her şeyi yeniden yaşar gibi, İstanbul'u dinlemek, Federico'ya anlattıklarınız, anlatamadıklarınız. Bu kadar güzel ifade edilebilir.
İnanın İstanbul'da yaşayanları şimdi biraz kıskandım. Keşke orada olsaydım, olur ya bir yerlerde karşılaşır veya göz göze gelebilirdim belki diye!
Belli mi olur birgün belki bu da olur.
Şimdi size sevdiklerinizle doya doya konuşmak, özlediğiniz yerlerde, özlediğiniz şeyleri yapmak ve mutlu bir tatil geçirmeniz dileğiyle hoşça kalın.
Umarım Federico'da mutludur ve hoş bir tatil geçirir.

Eya dedi ki...

Canim Mehtapcigim...o kadar keyifle okuyorum ki son yazilarini,sanki o an´i bende yasiyorum ki, ne güzel ifade ediyorsun, paylasimin icin tesekkürler...keyifli yürüüsler diliyorum...sevgiyle

zehra

Nilambara dedi ki...

"İnsan 30 yaşından sonra arkadaş yapamıyor kendine. Koca yapıyor, karı yapıyor, çocuk yapıyor, arkadaş yapamıyor. Yapsa da eskiler gibi olmuyor.

Halbuki uykuya dalar gibi arkadaş olurduk okuldayken. Arkadaş olmak için yaratılmış gibiydik. Bir hafta içinde böbrek verecek hale gelirdik.

Neden olmuyor bu işler 30'undan sonra? Neden olamıyor?

Şimdi ne zor. Herkes kapalı kutu. Herkes kapanmış, kaplumbağa olmuş. Bir kahve içimi zorlu randevulara bakıyor. Yatıya kalmak bir tabu. Evler de gönüller de sımsıkı kapalı.

30'undan sonra arkadaş yapılamıyor. Kötülükten değil. Başka bir şey. Ama neden çözemiyorum" diyor Mutlu Tönbekici, Vatan Gztdeki "otuzundan sonra yapamadığın tek şey" başlıklı yazısında...

haklı... aynı tad olmuyor galiba...

Mehtap'cığım, gönlünce bol keyifli bol sohbetli bol kahkahalı özlemler giderdiğin bir tatil dilerim...

Bir Dut Masalı - nUnU dedi ki...

sen karşı kıyıya bakarken,
çok rahatsız etmiyeyim diye evin tüm ışıklarını 3 kez yakıp söndürdüm,
GÖRDÜN DEĞİL Mİ ?
Beyaz bir kayığa sana hoşgeldin gülleri doldurup, usulca yüzdürüp
karşı kıyıya yollayanda bendim, hemen anladın değil mi ?
:))))))
martılar yarın sana kahvaltıya uğrayacak bir dahaki randevu için defterime not alacaklar...
selamımı alacaksın değil mi ?
:)))

fatma u. dedi ki...

mehtap abla öncelikle iyi tatiller diliyorum,zayıflamayı(sağlıklı ve dengeli beslenmeyi)öğrettinizya bize bide sizin pencerenizden bakmayı öğretseniz:))İDOLÜMSÜNÜZ,İYİKİ VARSINIZ.
sağlıcakla,

Adsız dedi ki...

Sevgili Mehtap Hn. şu an tatildesiniz ama sizin diyet sınıfınıza oğlum için bir ön kayıt mümkünmü acaba:)
Oğlum Furkan,11 Yaşında 155 cm ve67-68 kg.1.5 ay önce bacağı kırıldı.1.5 ay daha alçılı ayağa kalkmadan yatması gerekiyor.Bu 1.5 ayda yaklaşık 4-5 kg verdi.Günde iki ana öğün ve iki-üç ara öğün şeklinde yemek yiyor.Hava sıcaklığına bağlı olarak,2-4 litre su içiyor.Geç yattığı için,saat 11-12.00 civarında kahvaltı,akşam 19.00-20.00 sıralarında da akşam yemeğini yiyor.Akşam birçorba kasesi sulu yemek,yoğurt,salata veya( bulgur -pirinç)pilavı ve dört beş ince dilim ekmek,sabah kahvaltılık veüç dört dilim ekmek yiyor.Haftada bir gün sütlü tatlı veriyoruz.Ara öğünlerde meyve veya süt veriyoruz.
Önerilerinizi bekliyorum (müsait olduğunuzda.) Hayırlı sağlıklı tatiller dileği ile...Beyza.

seyabb dedi ki...

Hem dolu dolu geçen zaman hemde hüzünlere ilaç olacak bir çare...Hepsinin bir gecede yaşanmasıda insana özgü sanırım.Dertler suları alıp götürüyor gerçekten ama arkadaş gibisi olmuyor.