Uyaniyorum… Birden bire... Kendimi dinliyorum biraz... Niye uyandim ki simdi durup dururken diyorum...
Cuma gunu 1 saatlik bir konferansim var Universitede... Trombositlerin farkli dokulari yenileyebilmelerine ait bir konusma... Cok da hazir sayilmam henuz, acaba o mu uyandirdi beni..?,
yoksa bu gece fazladan icilmis iki kadeh sarap mi?
susadim mi yoksa?
ya da bugun alinmis, herbiri 12 cm'lik topuklariyla, sirk cambazlarinin tahta bacaklarina benzeyen o iki ayakkabinin dusuncesi mi beni durtukledi rahat yatagimda.?
Ellerimi saclarima goturuyorum... Ellerim hala alismamis yokluklarina... Daha dogrusu varlar da kisalar artik, bir de degisik, yumusak bir kahve - kizil oldular 3 gundur...
Niye uyandim ben simdi?
Oyle sirta saplanilmis bir bicakla uyanilan uykulardan degil bu... Kalksam, aynaya baksam kendimi gulumserken bulacagimi biliyorum... Cunku aslinda icten icten, biliyorum aklimin tam ortasinda, hic saklanmadan oylece duran dusunceyi...
Kalkiyorum ama aynaya bakmiyorum... Federico’nun odasina ugrayip, panjurlari indiriyorum, boynuna bir opucuk kondurup, mutfaga gidiyorum, biraz sut isitiyorum, papagan Rex’in ustunu ortuyorum, sut isinirken cop torbasini kapatiyorum, aksam yemegi disarda yendigi icin mutfak tertemiz diye seviniyorum, kahve makinesini sabah icin hazirlayip, Federico’nun kahvalti tepsisine fincanini, pecetesini koyup, sonra balkona cikip oturuyorum.
Gece kuslarinin seslerini dinleyip, turuncu sokak lambalarina, Castelli bolgesinin isiklarina, evimizin karsisindaki buyuk hastanenin soguk siluetine bakiyorum sutlu kahvemi icerken... Aynaya baksam, kendimi gulumserken bulacagimi biliyorum... Bakmiyorum...
Birgun Roma’yi yazacak olsam, ya da Roma’da yasanmis herhangi bir seyi, “Roma yaz basinda ihlamur kokardi” diye bir cumlenin, herhangi bir yerde gececegini biliyorum.
Subat sonu mimozalar geliyorlar once, sehri sariya boyuyorlar, sonra erguvanlar kisa sayilabilecek omurleriyle eflatunun, morun ihtisamini getiriyorlar... Nisanda gullerle donaniyor bahceler... Circo Massimo’da dunyanin dort bir tarafindan getirilmis gul parkina sabah saatlerinde gidip, sabah serinliginde kokluyorum gulleri... Kisa suruyor omurleri...
Hemen arkasindan ihlamur agaclari cicek aciyorlar, manolyalar sirada beklerken... Ben pazardan badalan yerine, beyaz barbun alip eve donen bir kadin olarak, babam bana soyleyene kadar, evimizin onundeki caddedeki sira sira agaclarin ihlamur oldugunu anlamiyorum, ama bu kokuyu haziranla ve Roma ile eslestiriyorum...
Gece kuslari ve ben uyanigiz iste... Benim aklimda “o” var... Gece gece, geliyor, tatli tatli dudaklarima dokunuyor ruyamda ve beni uyandiriyor... Turkiye var tadinda, cok guzel gunler var...
Babama, bu yasimda cocuk gibi yakalanip, yine de utanmamak var tadinda...
Ertesi gun telefonda konusuyorum babamla... Biliyor musun diyorum, biri beni cok sevince bana “sekerparem” desin bundan sonra... Guluyor... Babacim, inanki gece uykumdan uyandim, sekerpareyi dusunuyordum, yemin ederim diyorum...
Bak diyorum, soyle bir siralama yapayim, encok sekerpare guzeldi... O ne muthis bir tatti oyle, ici ceviz ve tarcin dolu, uzerinde kararinda hindistan cevizi... Annem servis tabagina ters olarak diziyordu, iyice cekiyordu balini... Babam beni mutfakta, parmaklarimi yalarken gormustu... (yakalamisti mi desem acaba?) Yoksa en guzeli manti miydi? Hani bol yogurtlu, sarmisakli, sumakli, naneli, pul biberli... Yaprak dolmasi miydi acaba?
"Aciktin mi yoksaMehtap’cim diyor babam... " Yok diyorum, aclik degil bunun adi... Bunun bir adi yok, mahvettiniz beni annemle sen, ama guzel bir mahvolus bu, dondugumden beri aklimda, yok sekerpare, yok ev baklavasi yok manti, yok su boregi, yok asure... Ahhhh ahhh hele o asure... O asure... Ne yoktu ki icinde...Bugdayi, fasulyesi, nohutu, cevizi, beyazlatilmis bademi, kuru kayisisi, susami, incir parcalari, nari...
Erzincan tarhanasi hele... Olsa simdi bir tencere yerim, biraz daha var mi derim... Bir de Van peynirli kahvalti... O ne muhtesem otlu peynirdi oyle... Teyzem benim icin yollamis... Dusundukce cogaliyor listem... Yaz yaz bitmez...
Ah benim uykularim... Ah... Daha ne kadar surer acaba bu uykusuzluk?
7 Haziran 2011’Roma
24 yorum:
bende baklava falan sevmem sekerpare severim..gurbette olunca bulmak zor..internetten buldugum bir tarif super oluyor ama cevizli veya tarcinli degil..sade ama oval seklinde irmik tadini veren..isterseniz tarifini gonderirim. AYNUR
Mehtap hanim ancak bu kadar guzel ifade edilirdi bir gurbetci kaleminden bu duygular.Simdi siz oralarda uyumaz bu guzellikleri yaziyorsunuz ben new york dan gece 12.15 de bu yaziyi okuyunca nasil uyurum 2002 den beri hasretle yiyp iciyorum vatanimin herseyini hayallerimde sadece turk bkkallari restaurantlari doluuu girla gidiyor ama oranin tadi bambaskaaa bambaskaaa herseyin tadi bir degiisk degilmiii sevgilerimle sanki baklava ve sekerpare yemis gibi oldum agzimin sulari akiyor desem yeri var sizi cok seviyorm evimi tasir tasimaz diyete devam yeni listenizi okudum ama ha bire ev bakmaya git gel iki cocuk evin dolayisi ile mutfagin duzeni kacti umarim size hikayemi gonderebilirim tekrar sevgiler
ezgiusa
Sen gel Ankara ya, şekerparenin alasını yapayım sana:)
Kocaman öpüldün şeker KADIN.
Selam;
Özlemenin bile güzelliği başka.Buradan uzaklaşıp ben de özlemek istiyorum biraz, çok değil.Sevgiyle kalın BEGO
Dönüşler hep bu yüzden zor işte Mehtapcım değil mi,yine de sen gülümsemeyle aynaya bakarken bulacağın için kendini,yazının sonlarına doğru baskın çıkan burukluğumu bu hayalle örtbas ettim.Babacığına,anneciğine uzun ömürler olsun.
mehtap hanım muhteşemsiniz anlatımınız ise muhteşem ötesi
bize söyleyecek bir şey kalmıyor yedikleriniz afiyet bal şeker olsun sevgiler İSTNBUL dan NİLGÜN
Tatlılar mı?, Anneniz&Babanız'mı, yoksa buralar mı bilemem ama, yazınızı okuyunca, şöyle tatlı, huzurlu bir özlem geldi aklıma... Ankara'da henüz ıhlamurlar patlamadı, güller her yerde sere serpe, dışarıda güzel ve miss gibi bir hava var. Bana da böylesi günler çok huzur verir, o yüzden hem huzur, hem özlem geldi aklıma...
Ne kadar güzel yazmışsınız,mini öykü tadında olmuş. Roma'da en çok beğendiğim şey tüm balkonların açık ve çiçek dolu saksılarla bezenmiş olmasıydı. İstanbul'da açık balkon o kadar az kaldı ki...
Ahhh Mehtapcığım biz diyetlerdeyken eşeğin aklına karpuz kabuğu sokulur mu hiç:) Nerde kaldı manevi destek. Keşke hayat tersi olsaydı zayıflamak için yemek yememiz gerekseydi mantılar, dolmalar, baklavalar falan:))
Duygun
Anne eli değmiş tatlar.. Güzel anlarla özdeşleşen, sıcacık saran tatlar bunlar..Ne güzel anlatmışsınız.. Sevgiler..
Mehtapcığım,
Bugünkü yazın çok güzel.
Ne zamandır yazmadığın "Mehtap" yazılarından.
Yine yaz! :))
İlahi Mehtap Hanım,
Ne tebessümle okudum yazınızı ve not düşmeden geçemedim.. Bizim yaşam koçumuzun uykusunu baklavalar, aşureler bölsün, mantı damağında kalsın ve bunları bir önceki yazıya rağmen cömertce paylaşsın bizimle :)) Çok şekersiniz çok.. Büyük bir keyifle okumaya devam ediyorum sizi..
Fethiye'den sevgilerle,
Nurdan..
Inadina yapiyorsunuz degil mi SEKERPAREM ;) ???
D.Mai
Çok güzel çook güzel bir yazı olmuş yine.Uykuda geçen zamanın boşa geçtiğini düşünmüşümdür her zaman,ama mecburen uyuyoruz.
Özlemişim böyle yazılarınızı.Erzincan tarhanasını merak ediyorum nasıl yapılır?Kuru mu ıslak mı araştırcam.
Özletmeyin sevgili Mehtap lütfen
Sevgi ve saygılar
Esma
Sevgili Mehtap Hanım,
Size sizin yazdığınız gibi incelikli birşeyler yazmak lazım ama herkes sizin kadar yetenekli değil tabii. Sevgiyle kalın.
öyle güzel anlatmışsınız ki...pazar gününe kadar sabredip tatlı hakkımı şekerpareden yana kullanacağım....yoksa aşure mi yesem..bu hafta burdayım haftaya yeni liste için de burda olacağım...sevgiler
Mehtap'cığım özlemişim bu yazıları, bir çırpıda keyifle okudum.
Sevgilerimle,
Seda
sizin blogunuzu yeni keşfedenlerdenim.hele bu sabah bu yazınızı okuyunca kendimi romaya gidersem sanki bir arkadaşıma uğrayacak gibi tanıdık hissettirdiniz kendinizi. nedendir bilinmez aile özlemi... çocuklar anne babaya hasret, onlar çocuklarına...güzel gelecek sağlamak için, güvenilir ellere kendi anne babalarına teslim ederler. sonrası hep özlem... adımda özlem zaten... aslında isimlerin anlamlarıyla yaşarmış insan... özlem olunca hep özlem çeker insan bilemem ama ben çekiyorum... 37 yaşına gelmeme rağmen.
aslında kolay kolay bloglara yazmam ama nedense bu sabah size kendimi çok yakın hissettim.
bu arada diyet listelerinizi de takip etmek istiyrum. kişiye özel mi veriyorsunuz bilemedim...
geçenlerde adet olmadım diye jinekologa gittim beta testi yapıldı sıfır çıktı. ancak 8 ay kadar yüzdeki kıllanma ve kist için diane35 kullandım onu bırakınca yogun adet oldum. ardından yok son olarak21 nisandı. kistler kiloya bağlı olduğu için diyetisyene çıktım. bana her zamanki bir liste 1500kcal.lik ve 1 ay sonra kontrole gel. 1 ay boyunca 1kibrit kutusu beyaz peynir,2 dilim tam bugday ekmek, domates,salatalık. gerisi yine malum liste. bende ise çikolata krizi tutuyor. alkol gibi evde çokokrem arıyorum.sağlık ocağına test yaptırdım sadece trigliserid biraz yüksek diğerleri normal dedi.ailede şeker rahatsızlığı var bende sanki sizinle zayıflayacak gibi hissediyorum. bende artık bu kilolardan kurtulmak istiyorum yaş:37 boy:1,65 kilo:93 burda takılı kaldım.. üniversiteli ev hanımıyım...yakında görüşmek dileğiyle...
Ne kadar güzel yazmışınız Mehtap Hanım.Okuyunca içime bir ferahlık ve özlem geldi.Allah anne ve babanıza sağlıklı, uzun ömürler versin.Sevgiyle kalın.ZEYNEP YAMAN
Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırır beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.
Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.
Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm Elif
Ne güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
B.KARAKOÇ
sizi okumak o kadar zevkli ki keşke daha uzun sürse diyorum yazının sonuna geldiğimde..
ü.a.a.
Sevgili Mehtap,
Ne güzel yazmışsın, gülümseyerek okudum.
Şekerpare ismi, senin tatlılığına ve güzel kalbine çok yakışır.
Sevgiler
Emel
Ah bu yazıları ben çok seviyorum.
Keyifle okudum.
Kalemine sağlık,
Sevgilerimle
Seda
Dersiniz ya; "siz de ne yazsam ağlıyorsunuz!" diye...
Kâh gülümseme, kâh gözpınarımda biriken damlalarla okudum duygularınızı, kaleminizden dökülenleri. Üstüne bir de "adsız"dan gelen şiir eklenince; gurbette olmayan ama gurbete sevdiklerini göndermiş biri olarak darmadağan etti sabah sabah...
Biz bekliyoruz sizi, yeter ki sağ olun...
Yorum Gönder