Mutfak penceresinden disariya bakiyoruz... Bak yapraklar dokulmeye basladilar bile diyorum, belki degisik renklerde toplayip bana getirirsin birkac tane... Burnunu cekiyor.. Hava cok sicak.. Cok nemli.. Cok yapis yapis... Ama ruzgar var.. Gunes gokyuzunde ama, gokyuzu grimsi...
Anne bu mevsimin adi ne diyor.. Bu mevsimin adi Roma diyorum..

17 Mart 2010 Çarşamba

ADAGIO*...


Onemli bir toplantiya katilacagim... Onemi ben onemsedigim icin, yoksa aslinda konusulacak konulara cok tanidigim ve yeterince hazirim...


Toplanti Roma’nin en eski ve ozel semtlerinden birindeki kucuk bir otelde yapilacak... Guzel ama siradan bir otel... Bu siradanligi yok eden teksey, inanilmaz guzel dosemesiyle kis bahcesi...


Tomar tomar gazeteler dergiler, yumusacik beyaz koltuklar, kenarlarinda deve tuyu rengi battaniyeler...

Insan bilimsel bir toplantiya gidince, kis bahcesinde battaniyelere sarinip gazete okuyamaz ki... Zamaninda Antalya’da “Mehtap, kos hoca seni ariyor” diye yuzme havuzundan cikarilmisligim, saclarimdan sular damlaya damlaya kongre salonuna gitmisligim vardir ama gencligime vermislerdir herhalde diye umuyorum dusununce...


Artik buyudum, uslandim... Oturup konusulanlari dinliyorum guzelce, notlar aliyorum, sorular soruyorum, cevaplar veriyorum filan...

Gunler oncesinden ne giyecegime karar veriyorum... Kolyemi, kemerimi, kupelerimi, coraplarimi filan secip kenara koyuyorum... Sevdigim insanlarla karsilacagim, cok hos, cok guzel gozukeyim istiyorum...


Hic sevmedigim insanlarla da karsilacagim... Onun icin daha da cok hos ve guzel gozukeyim istiyorum...

Ikisi de olmasa, Gulcin’in “insan kendisi icin guzel giyinmeli ve bakimli olmali teorisine” yurekten inandigim icin, cok hos ve guzel gozukeyim istiyorum...
Sabah erkenden kalkiyorum... Federico’nun kahvaltisini hazirliyorum... Karar dun aksamdan verilmis, onu okula ben birakacagim, sonra toplantiya gidecegim...


Kosusturuyorum... Sacim, makyajim, ojelerim, dosyalarim, yeni kullanmaya basladigim parfumum, kiyafetimle ayni renkteki siyah-bej cizgili kalemim filan hersey hazir... “Anne gec kaliyorum” diyor Federico, “ben coktan gec kaldim hayatim” diyorum ona... Asansorde ona sariliyorum, aynada kendimize bakiyoruz... “anne, cok guzel olmussun” diyor, “biliyorum” diye cevap veriyorum, o sirada gozlerim ayaklarima takiliyor...


O da ne...? Aman Tanrim! Cabuk eve donmemiz lazim” diyorum Federico’ya... “Anne, inanmiyorum, olamaazz” diyor...

Cok komigim, siyah ceket etek, siyah bej enine cizgili cool wool suveter, bej rengi ipek gomlek, siyah kristal tasli yuzuk filan hersey tamam da, ayaklarimda leopar desenli puf puf terlikler var...

Bu hafta surekli birseyleri unutuyorum, koltugun uzerinde uyuyup kaliyorum, nobet listesini, hasta randevularini herseyi birbirine karistiriyorum... Ferat’a Fetat yaziyorum, Diana’ya aldigim randevunun gununu karistiriyorum, Federico’nun okuluna gitmem gerektigi aklimdan cikiyor, “aaaa, bana mi soyledin, ne zaman soylemistin” diyorum her habere...

Toplantida bir ara, surekli iiiiiiiiiiii---iii lamaktan soyledigi hicbir seyi dinleyemedigim konusmaciya daha fazla tahammul edemeyip, kis bahcesine kaciyorum... Yumusacik beyaz koltuklara gomulup, bogurtlen cayi icerken dusunuyorum...

Yorgun muyum neyim?

Degilim aslinda... Hayatin ritmi bu sekilde bu son zamanlarda... Yarim kalmis seyleri ayiklamaya, toparlama, cozmeye calisirken zamanim cok kisitlaniyor...
Antonio’yu ariyorum, sabahi anlatiyorum, simdi cay iciyorum diyorum, yagmur yagiyor keske evde kalsaydin diyor...
Antonio ile tanistigimdan beri, ikimizin arasinda bircok sey surekli degisiyor, yenileniyor, farklilasiyor... Degismeyen tek sey 16 yildir, her yagmur yagdiginda Antonio’nun bana “evden cikmasaydin” keske demesi... Beni suda eriyen birseyle eslestiriyor nedense...”Cok yorgunsun” diyor... Degilim aslinda...


Ben sadece biraz yavaslamak istiyorum... Ritmimizi yavaslatmak, balkondaki kaktusun kuruyan yapraklarini, sanki baska yapacak hicbir sey yokmus gibi temizlemek, supermarkette aldigim herseyin etiketini tek tek okumak, yarim kalan kitaplarimi aylardir biraktigim kosede bekleme cezasindan kurtarip, yeniden okumaya baslamak, salondaki divana uzanip, birikmis eski gazeteleri hatmetmek, cekmeceleri-dolaplari duzeltmek, farenin kafesini temizlemek, ona yeni bir cingirakli oyuncak almak icin 4 dukkan dolasmak o arada kendime birsuru gereksiz ivir zivir almak, semsiye almaya cikip, elimde yeni tuzluk biberliklerle donmek, bu kadar sistemli yasamamak istiyorum...

Ritmimizin yavaslamasina ihtiyacim var... Kosusturma duygusunu birakmak, hatta ortadan kaldirmak istiyorum... Hicbirsey yapmamam mumkun degil ama yapmamisim gibi hissedeyim biraz istiyorum...

Onun icin ben biraz gidiyorum... Sadece blogumdan degil, izledigim ve bence artik bitmis olmalari gerekirken projenin bagli oldugu merkezin bir turlu toparlanamamasi yuzunden, sonu gelmeyen ve bu yuzden bana gina gelen TV dizilerine benzeyen iki projeden de ciktim...Provida’nin toplantilarina da gidemiyecegim, uzgunum ama oyle iste... Budist arkadaslarim zaten yuzumu unutmuslardi bu gidisle hatirlamiyacaklar kolay kolay...

Spining’i birakmadim cunku daha dogru durust baslamis bile sayilmam... Haftada 1 kere gidiyorum...


Iste boyle... Buralardayim ama biraz yavaslamis bir ritmde...

Siz ben donene kadar kendinize iyi bakin... Her zaman bana konuk gelebilirsiniz... Belki bazen bir siir birakirsiniz, bir konu, bir fotograf, bir haber kimbilir...


Benim gercekten biraz "adagio" yasamaya ihtiyacim var...



Dondugumde hala buradaysaniz gorusuruz, yok eger degilseniz hersey icin iyi sanslar...




17 Mart 2010'Roma


*bir muzik terimidir. Yavas ritmli anlamina gelir


11 Mart 2010 Perşembe

FILIZ'IN YENI YASI, YENI DURUSU, TANIDIK GUZEL GULUMSEMESi...


“Günaydın,

Bugün benim doğum günüm.45 yaşımı çok sevdim.46 yaşımı şimdiden daha da çok sevmeye başladım.

Yaşamımda önceliğim yakınlarım ve memleket meseleleri olmuştu.artık bunlara birde kendimi ekledim.hayatımda artık filiz'de var ve ben onu seviyorum. katkılarınızdan dolayı hepinize teşekkür ederim. “ Filiz

Mesajiyla basladi gunum... Oglumu bugun okula ben biraktim, istedigi yere oturabilecek kadar erken ulastik sinifa, sonra gidip en sevdigim barda mis gibi kokan bir kahve ictim kendi basima, faremize yem aldim, eve dondum...

Filiz’in guzel oykusunu yeniden okudum... Ona butun kalbimle saglikli, keyifli, yasamayi diledigi gibi bir yeni yas diliyorum... Boyle guzel gulmseyen bir kadina, umarim hayat hep onu gulumsetecek oykuler yasatir...
......................................................................

Merhaba,


ben Filiz.Bu güzel sınıfın şanslı öğrencilerindenim. 8 ayda 16 kg vermeyi başardım. 72 kg idim, şimdi 56 kg. dayım. 3 aydır (9 ayım kalmış)kilomu koruyorum.
Ergenlikten itibaren klasik yurdum kadını formunda olan ve kendimi şişman hissetmem için çevremden sıkı destek alan bir kadın olarak yaşıyordum. Sigara içerdim. Fakat sonra sigaradan rahatsız olup bırakır oldum, daha sonra rahat rahat sigarayı bırakabildiğimi farkettim. Çünkü 6 ay sonra herhangi bir nedenle tekrar başlıyordum.

Bu arada 21 yaşında dünya tatlısı yakışıklı bir oğul annesiyim ve 5 yıldır yalnız yaşıyordum. 5 yılı boşa harcamadım,kendimi tanımak için yardım aldım ve çok verimli bir süreç yaşadım. Ne istediğini ,niçin istediğini bilen; hayır demeyi öğrenmiş,kendisiyle barışık bir yaşam sürüyorum artık.Kolay olmadı ama ilk kez kendim için birşeyler yapmayı öğrendim.

Bu arada kronik bir hastalığım olduğu gerçeğiyle karşılaştım. Haşimato... Depresyonun ne ve nasıl olduğunu biliyordum ama daha da beter bir durumdaydım. İlk kez bir hastalığım olduğuna hekim arkadaşımla birlikte çok sevindik. Halimize şaşırıp çok gülmüştük sonra. Düzenli ilaç kullanmam gerekiyordu,rutin kontrollerimi yaptırmam ve sanki vucudumdan salınıyor gibi hep aynı saatte ilaç almaktan başka yapabileceğim hiçbirşey yoktu.4 ay sonra inanılmaz bir tatlı yeme isteği başladı. Bu zaman zaman olurdu fakat yedikçe daha fazla yiyor ve daha çok acıkıyor, üstelik kilo alıyordum. Tekrar testler yapıldı ve insülin direncim olduğu saptandı. Bu sefer sevinemedim. Ama daha önemli bir şey öğrendim, eğer doğru beslenmeyi öğrenir ve düzenli egzersiz yaparsam bu hastalıktan kurtulabilirdim. İlaç başlandı ve kilo vermen gerekli denildi.

Diyet, egzersiz yazılıp bir diyetisyene yönlendirildim. Verilen klasik listelerdi. Bu işin mantığı beni rahatsız etti. Ben işin mantığını kavrarsam ve doğruluğuna inanırsam sorun yaşamam, mutlaka çözerim, hallederim, yarım bırakmam. Zorlanıyordum , yaklaşımın basitliği ve sıradanlığıda beni rahatsız etmişti ‘al listeyi eline -uygula’. Bu iş o kadar kolay olsa kimsenin kilo verme sorununun olmaması gerekirdi diye de düşünüyorum.
.

2009 yılının nisan ayındaydık.Yine, çok sevgili hekim arkadaşım; ‘bilirsin beni, farklı siteleri takip ediyorum , bir site var 4 ihtisaslı bir hekim ve hemde bayan, ben çok severek takip ediyorum, sende baksana, sevebilirsin’ dedi. ‘Bu aralar sanırım bir diyet programına başlayacaklar daha doğrusu tam diyette denmez sen bir bak sanırım senin için uygun olacaktır adı ‘mevsimlerden roma’’ dedi.

Adıyla başladı ilgi çekiciliği, adının tanıtım yazısıyla devam etti ve mehtapla tanıştım. Arkadaşım yanılmamıştı. Akıl, mantık, kararlılık, özgüven ve yalnız olmadığını bilerek kollektif bir güçün parçası olmak; dünyada bir kişi bile başarmışsa senin başarmaman için bir neden yok diyen bilgi ve yüreğini bizimle paylaşan güzel bir anne, kadın ,hekim,….mehtap. takıldım arkasına .ne dediyse harfiyen yaptım.

Doğru beslenmeyi öğrenecek, yemek yeme alışkanlıklarımı değiştirecektim, en çok sevdiğim yemek yapma faaliyetinden tek başına yaşarken vazgeçtiğim günleri geride bırakıp, kendim için yemek yapmaya başladım. Başlangıçta mehtap ne dediyse sadece onu yapıyordum. İşime de geliyordu. Henüz mutfağa tekrar girmeye tam olarak hazır değildim.

Deneyimlerini paylaşan bir arkadaşımız verilen listeleri kendisinin nasıl çeşitlendirdiğini paylaştı bizimle. Çok yaratıcı ve güzel tarifleri benim tekrar mutfağımla buluşmama vesile oldu. Bu arada bizden istenenleri düzgün birşekilde yaparsak ayda 4-6 kg vermemizin beklendiğini öğrendik. Ben ayda 2kg verebiliyordum. Haşimato nedeniyle olduğunu düşünüyordum.

Mehtapla paylaştığımda haşimatodan değil insülin direnci nedeniyle olduğunu ve beni kutladığını belirtti. Motivasyon üst düzeyde gidiyordu; hergün ilk iş ‘mevsimlerden roma’ olmak, anlamak, uygulamak, tüm kışkırtıcılara karşı kör ve sağır ve de koku alma duyusunu kaybetmiş şekilde davranmayı öğrenmek.

Bu durumda mehtap ve tüm sınıf biraradayız, kafamıza ne takılırsa soruyoruz, birbirimizin sorularından öğreniyoruz, yaptığımızherşeyin mutlak bir nedeni olduğuna inanmasak ve mehtap’a güvenmesek birde bu sıkı program ömür boyu sürmeyecek ideal kilolarımıza ulaşıp,1 yıl da korumayı becerirsek ömür boyu rahat edeceğiz, bunları bilmesek ne mümkün bunları yapmak.

Bu duygular işin başındayken vazgeçmenize engel olan önemli etkenler. Sonra kimse sizi vazgeçiremiyor, hiç korkmayın yeni başlayacak arkadaşlar, bizler başardık.

Bu arada mehtap kendi yaptığı kaçamaklarını da bizimle paylaşmayı ihmal etmeyip (taze cevize olan düşünlüğünü unutmadık),nispet yapıyor tüm sevimliliği ile, ben o yollardan geçip döneli çok oldu sıra sizde deyip bizi daha da coşturuyor. İş yerindeki arkadaşlarım, ailem şaşkın ve özenerek beni takip ettiler, türlü testlere tabi tutuldum vazgeçmedim. Artık bende sağlıklı beslenmeyi öğrenmiş bir birey olarak yaşamımı sürdüreceğimi bilerek devam ediyorum. İlk zor gelen en az 8 bardak su içmek oldu, sonra 5 öğün yemek,birde üşenmiyeceksin hareket edeceksin istersen dans et, sakın mehtap’ a partnerim yok deme al sana rengarenk birbirinden yakışıklı ve de güzel süpürgeler der onları verir eline, bahane yok, hareket var.

Mehtapcım artık ben süpürgelerle dans etmeyeceğim(oğlum bana liseli diyor,şımarık velet annesiyle nasıl konuşuyor).
Artık içtiğim suyun kaç bardak olduğunu saymıyorum, yemek yeme düzenim oturdu, ara öğün olmazsa olmazım oldu, haftada iki kez spora gidiyorum,haftasonları fırsat buldukça uzun yürüyüşlere katılıyoruz.bahar geldi biraz er kenmiş gibi görünsede bizim hep ‘mevsimlerden roma’.


11 Mart 2010' Roma

8 Mart 2010 Pazartesi

SEHNAZ'IN KIRMIZI KALEMLE YAZILMIS OYKUSU...

Sehnaz, Nur'un ablasi... Hani bir onceki oykude inanilmaz degisimine sahit oldugunuz, sahit olmakla kalmayip hayran oldugunuz Nur'un ablasi...
.
Aslinda hersey Sehnaz ile basliyor, o bu blogu kesfediyor ve kiz kardesini de ikna ediyor...
.
Bana, o siralarda yazmisti Sehnaz, birgun oykumu hem de kirmizi kalemle yazacagim diye... Basaracagi belliydi, basardi da...

Iste o gun geldi... Okuyun ve bu guzel kelebegin kararliligina ve inancina siz de sahit olun...
Hepinize iyi haftalar...

Sevgili Mehtap Hanım,


Sitenizi 28.04.2009 tarihinde Mutfakta Zen sayesinde tesadüf eseri keşfettim. Kayıtlarınız kapanmıştı tüm gün yazdıklarınızı okudum. Diyet listelerinizi, yapmam gerekenleri ve yazılarınız içinden beni motive edecek cümleleri dosya haline getirdim. En çok da Yağ hücreleri dışında hiçbir boşluk, yiyerek dolmaz cümlenizden etkilendim. Pazartesi olmasını beklemeden alış veriş yapıp 29.04.2009 Çarşamba diyete başladım.

33 yaşındayım 1.65 boy başlangıç kilom 79.8 troid bezlerim 2004 senesinde alındı her gün düzenli olarak troid hormon hapı kullanıyorum. Düzenli aralıklarla kan tahlillerimi yaptırıyorum şeker kolestrol gibi rahatsızlığım yok.

Hayatımın hiçbir döneminde çok zayıf olmadım hep balık etliydim ama evlendikten sonra aldığım kiloları kullandığım hormon ilacına bağladım. Artık irice bir balık olmuştum J

O güne kadar kaç kere diyete başladığımı, kilo verip kısa sürede verdiğim kiloları fazlasıyla geriye aldığımın sayısını inanın hatırlamıyorum. Artık bu konuda çevreme karşı da inandırıcılığımı yitirmiştim. Başladığım her yeni diyet maceram hüsranla sonuçlanıyordu ve ben her seferinde kendime olan güvenimi biraz daha yitiriyordum.

Ancak ne olduysa o gün oldu. Samimi, sıcak ve yalın anlatımınızla beni resmen büyülediniz. Bahar ve Funda Hanımın öykülerini kaç kere okuduğumu hatırlamıyorum. Tüm yorumları ve cevaplarınızı okudum. Kendimce listeler hazırladım. Bahar Hanımın öyküsünden şunu anlamıştım ne derseniz onu harfiyen yerine getirecek başka şekilde yorumlamayacaktım. Onun değimiyle 10 badem ise 10 badem 9’da değil 11’de…

Bu diyet maceramın farklı olacağını bana en başında hissettirmiştiniz. Diyete başladım kolay mı oldu? Hayır. Ama hep şunu tekrarladım 1 kişi yapabildiyse sende yapabilirsin. Sen bu sefer başaracaksın. Bak yine yapamadım diyip hayal kırıklığı yaşamayacaksın. Bilgisayarımdaki masa üstüne 6 yıl önceki bir fotoğrafımı koydum. Kendi kendime zaman belirlemiyorum ama bu resimdeki gibi olacak, o gün üzerinde olan kıyafetleri tekrar giyeceksin dedim. Ne zaman diyet dışına çıkacak olsam hep o fotoğraf gözümün önüne geliyordu. Böylelikle bir kontrol sistemi oluşturdum. ( o kıyafeti de bu sene bir düğünde giydim )

Girdiğim sosyal ortamlar bazen beni zorladı ama ben yılmadım ve o ortamlardan kendime yapamadın dedirtmeden çıkabilmek için maksimum çaba sarf ettim. Bu süreçte 1 hafta var ki hatırladıkça gülmek ile ağlamağı aynı anda yaşıyorum.

Arınma haftasına başladığım dönem İstanbul’dan hafta sonu tatili için Çeşme’ye gelen misafirlerim ve annemin safra kesesi ameliyatına denk geldi.

Çeşme’ye giderken yanımda bir araç buzdolabı yemekle gittim. Onlar Hanedan’da tam tekmil kahvaltı yaparken ben evde közlediğim kırmızı biber, yeşillik, domates zeytin ve yeşil çayımla kahvaltı ettim. Onlar midye yerken ben ara öğünde elmamı yedim. Onlar balık yerken ben zy taze fasulye yedim. Bu böyle uzar gider ama o hafta sonu diyet dışına çıkmadım. En zoru annemin ameliyat olduğu zaman dilimiydi. Hastanede yanında kaldım. Akşam yemeği diye aldığım zy semizotu o kadar pirinçli, yağlı ve kötü yapılmıştı yiyemedim. Eşimi aradım bana domates salatalık bir şeyler getirmesini rica ettim. Sabah kahvaltımı yanıma götürdüğüm müsli ve meyve suyu ile yaptım. Bir şeyi yeter ki isteyelim çözüm geliştirmek bizim elimizde.

Bu zaman zarfında hareket etmekten hiç üşenmedim her gün 50 dk tempolu yürüdüm. İzmir’in o sıcak günlerinde uykumdan feragat edip 05.30’da kalkıp yürüdüm. Eve gelip hazırlanıp 07.00’de servise yetiştim.

Bu tempoda kıyafetlerim belleri boşalmaya pantolonlarımın düğmelerini açmadan giyip çıkarabilmeye başladım. Öyle bir zaman geldi ki kilodan dolayı olmayan kıyafetler artık zayıfladığım için olmuyordu.

Sadece Ramazan Ayında oruç tuttuğum için denge biraz bozuldu. Ama hiç endişelenmedim artık neyi ne zaman ve ne kadar yiyebileceğimi öğrenmiştim. Ramazan sonundaki metabolizmayı hızlandıran diyetle 65 kiloyu gördüm. İstediğim kiloya ulaşmama az kalmıştı.

Ama sonrasında ipin ucu biraz kaçtı. Yemek biraz abartıldı, yoğun iş temposu nedeniyle yürüyüş askıya alındı o ara 68 kiloya kadar çıktım. 1 Şubat itibariyle 1. haftadan başladım ve şu an tekrar 65 kiloyum. Toplamda 15 kilo verdim.

Bunları neden yazıyorum kilo verdim, 3 kilosunu geri aldım ama bu verdiğim kiloların tamamını geri alacağım manasına gelmiyor. Sizin sayenizde nasıl beslenmem gerektiğini öğrendim. Sizden gelecek son bir silkelemeyle de hedef kilom olan 58’e yaklaşacağım.

Beni görenler çok ama çok şaşırıyor. En son 6 rakamı ile başlayan kiloları ne zaman gördüğümü bile hatırlamıyorum. Ancak bu başarıya neler yiyebileceğimi planlayarak, listeler yaparak, en önemlisi de yazdıklarınıza harfiyen uyarak anlayacağınız emek harcayarak ulaşabildim.

Aldığım sonuçta seni en mutlu eden ne diye soracak olursanız. Alyansımın artık parmağımı sıkmaması ve hayatım boyunca giyemediğim hatta böyle bir çizme giyemeden gidersem gözüm açık gideceğim dediğim diz altı çizmenin bacaklarımın zayıflamasından dolayı rahatlıkla kapanabilmesiydi J O anki mutluluğumu sizlere kelimelerle ifade edemem.

Şunu biliyorum ben yapabildiysem sizde yapabilirsiniz. Tek yapmanız gereken sadece biraz sabır ve özveri lütfen bunları kendinizden esirgemeyin.

Bir çok kez yazdım ama bunları yazmaktan bıkmayacağım. Bize göstermiş olduğunuz anlayışınız, sabrınız, bilgi paylaşımınız ve yalın yazım diliniz için sonsuz teşekkürler.

Not : Kardeşim Nur’un başarısı çok daha büyük ve benim için çok daha önemli. Hikayesini okudunuz. Sağlıklı beslenme programına hala başlamayanlara sesleniyorum lütfen kendinize bir şans verin ve hayatınızı değiştirin.

İzmir’den kucak dolusu sevgi ve selamlarımla.


28.04.2009 – 79,8
20.05.2009 – 74.6
05.06.2009 – 72.2
24.06.2009 – 69.2
24.09.2009 – 66.0
16.10.2009 – 64.8
01.02.2010 – 68.0
21.02.2010 – 65.0

8 Mart 2010'Roma

7 Mart 2010 Pazar

HERHANGI BIR GUN...


Sabah kahvaltisi icin babannenin sevdigi bardayiz… Babanne bu bari sadece cesit cesit corekleri, kekleri, sicilya tatlilari, balli kaymakli croissantlari icin degil, karsisindaki cimenlik alanda Federico oynasin diye de istiyor…
.
Kahvelerimizi yudumlarken Federico’nun sinif arkadaslarindan birinin babasi yanimiza geliyor, Antonio ile sohbete daliyorlar... Bir ara bana dogru donup, eliyle kurabiye, kek dolu tabagi gosterip, “bunlari yemeyi hak etmek icin gunde kac saat spor yapiyorsun bakalim, itiraf et?” diyor... “Hic saat” diyorum gulerek... “Kek, kurabiye sevmem pek, hayatimda hic de spor yapmisligim yoktur”... “Hadi yaaaaaaa, hic inanmam, cok formdasin” diyor... Gulumsuyorum...
.

“Ben spi.... yazildim gelsene bizimle, Diego’nun annesi, Sara’nin babasi da geliyor, cok egleniyoruz” diyor... “Yok diyorum, ben toplu yapilan hicbirseye uygun degilim”... “Gel birtek ders yap, prova olsun, dur ben arayayim Giuseppe’yi hemen” diyor, ariyor, konusuyor, “bu aksam saat 6.30’da bekliyor seni, yarim saat prova, saat 7’de bizimle birlikte derstesin” diyor, “dur hop nereye geliyorum, neymis bu spi.... sporu” diyecegim, “gorusuruz gorusuruz cok egleneceksin” deyip gidiyor... “Bu neydi boyle simdi diyorum Antonio’ya”... “Ne bileyim, ben de anlamadim, git bir bak belki hosuna gider” diyor...
.

Butun gun aklima bile gelmiyor bu konu... Bu spi... neymis diye merak bile etmiyorum.. Sonra aksamuzeri pacalarim tutusuyor... Benim giyecek spor kiyafetim yok, ayakkabim var mi, bu spor neyin nesi onu bile anlamadim diyorum... Aklimda bir tarihlerde arkadaslarimin armagani bir spor pantolonu geliyor, uzerine beyaz bir t-shirt bulunuyor, Federico’dan yalvar yakar yesil, kapsonlu, montumsu birsey odunc aliniyor, annemin bir tarihlerde aldigi yesil papatyali coraplar nihayet cekmeceden cikartiliyor, saclara alelacele bir toka takiliyor, hayati spor salonlarinda gecen bir kiz arkadas araniyor, “spi... birsey adi, bu spor ne acaba ?” diye soruluyor...
Neymis, “tekme atiyorsun, gucunu kontrol ediyorsun, denge sagliyorsun” mus... “Yok daha neler” diyorum...
.

Ben ?
Bu saatten sonra?
Git Allahaskina...! diyorum...
Sonra sadece soz verdigim icin gitmeye karar veriyorum... Canta bile hazirlamiyorum, bir havlu, bir sise su atiyorum arabaya yola cikiyorum... Dusunuyorum...
Ben?
Bu saatten sonra, tekme atip ic ve dis dengemi saglayacagim oyle mi?
.
Hayal kuruyorum... Basimin ustundeki gri bulutlara bir tekme savuruyorum, binlerce piril piril kristale donusup dagiliyorlar... Birikip hayatimi daraltan yarim kalmis herseye bir tekme savuruyorum, cocuklugumun misketlerine donusup, ortaya saciliyorlar... Bir tekme korkulara, bir tekme kaygilara... Yukseliyorum, ucuyorum, savuruyorum...
.

Trafik cok karmasik bir durumda... Cd’deki sarkiya takiliyorum bir ara... Cok aglamakli bir kadin soyluyor sarkiyi... Tam hatirlamiyorum sozlerini ama,
Bir aksamustu Istanbul’u seyredelim
Bizi sararken aksamin huznu
Maziyi yad edelim diyor...

Aci dolu bir sarki...

Istersen askin olurum...
Istersen gizli kalirim...
Istersen yillar yakarim diyor ...

Evin yakinindaki spor merkezine ulasiyorum... Ne isim var benim burda aksam aksam diye soylene soylene basvuru burosuna yuruyorum... “Ben tekme ile ilgili bir spor icin gelmistim deneme dersim var” diyorum... Michellin’n sembolu gibi bogum bogum vucutlu bir adami isaret ediyorlar, gidiyorum, merhaba benim sizinle deneme dersim var diyorum, icimden kendimi bir yil sonra boyle bogum bogum hayal ediyorum...Ne isim var benim burada diye sormayi surduyorum icimden...

Michelin’in benden hic haberi yok... “Ben deneme dersi hic yapmam” diyor, “iyi bari, ben gideyim o zaman” diyorum... Tam o sirada, bir Yunan heykeli giriyor iceriye... “Marco, bana deneme icin bir doktor bayan gelecek, sen salonu goster ben geliyorum hemen” diyor... “Siz tekme atmayi mi ogretiyorsunuz?” diyorum yunan heykeline, “hayir ben spi.... ogretiyorum” diyor... “Hah iste ben de o spi... yi ariyordum, benim icin Carlo randevu almisti” diyorum... “Iyi de spi.... tekme atilarak yapilmaz ki..” diyor... Ellerimi birbirine vurup, “olsun, cok iyi yumruk ta cakarim” diyorum... Kararliyim, bir cakacagim, bulutlari, korkulari, tasalari, birikmis islerin agirligini dagitacagim...

Gulumsuyor, gel bakalim diyor... Pesinden yuruyorum...
Oyle bir vuracagim ki, artik neye vurulacaksa, dunyayi dagitacagim...

Bisikletlerle dolu bir odaya giriyoruz... Etrafima bakiyorum, duvara kafa filan atmayacagiz insallah diyorum icimden...
.
Yunan heykeli, lacivert beresini cikartiyor, dupeduz kel ama olsun o kadarcik kusur, Yunan heykellerinde de bulunur diyorum icimden ve gobeklerini, kilolarini, yaslarini hicbirseyi kendilerine engel gormemeyi basaran erkeklerin sacsizligi bile cool bir goruntu, hatta karizma haline getirmis olmalari nedeniyle karsilarinda bir kez daha saygiyla egiliyor, dizlerinin arkasindaki cukurda bile selulit bulabilen ve bu yuzden depresyonlara giren hemcinslerime uzuluyorum...

Yunan heykeli, “sen doktorsun aslinda ama yine de aciklayayim” diyip kalp hakkinda, dolasim sistemi hakkinda bir suru soru sorup, ic bayici aciklamalar yapiyor, sonra beni bir bisikletin yanina cagirip, belimin hizasina bakarak seleyi ayarliyor, gidonu egip bukuyor, hadi bakalim diyor...
Ne hadisi, bisiklete mi vuracagim yani diye dusunuyorum ama soylemiyorum...

“Ben buraya ne sporu yapmaya geldim?” diyorum...
Spi... diyor...
“O da ne ?, yavas yavas soyle” diyorum...
S-p-i-n-n-i-n-g diyor...
Eeeeeeeee... diyorum,
İste pedal cevireceksin, yokus yukari, yokus asagi, duz zeminde, tasta , kumda...


“Hadi ya !... Ben gidiyorum, bu muydu yani ?”diyorum...
“Hadi cik seleye, dene” diyor...
Bu cok nazik bir Yunan heykeli, ustelik adimi 15 senede dogru soyleyen 2. insan... Sirf onun hatirina bisiklete de binilir diyorum... Zaten pedal cevirmekte ne var ki....?
Yazik oldu benim tekmelere...

Salon yavas yavas doluyor... Muzik basliyor, onceleri tuy gibi olan pedallar agirlasiyor, bisiklet kursuna donuyor, aynadaki yuzum perisan, elimle yeter diyorum, o bana sakin durma, bizim yaptiklarimizi yapma ama sakin durma diyor...

O kadar yoruluyorum ki, dusup yere yapisacagim kaldiramiyacaklar... Ne tarafa dussem diye sagima soluma bakiyorum, “Mehtap basini kaldir karsiya bak” diye emir geliyor yuksek makamdan, cunku o yuksek bir kursudeki bisiklete biniyor arada gelip benim nabzimi kontrol ediyor, su ic diye ikaz ediyor...


Perisanim... Soyledigi hicbir seyi anlamiyorum.. Yanimdaki cocuk, benim bisikletimin ustundeki kollari, dugmeleri cevirip duruyor, anladigim tek sey, Yunan heykeli HEP HEP deyince seleden kalkip ayakta pedal ceviriyorsun, bir daha HEP diyor oturuyorsun... HOP demiyor, YEP demiyor, anlamsiz bir sekilde HEP HEP diyor... “Hepi yuttum ben zaten, gelin kurtarin beni” diyorum, kendi kendimi gulduruyorum....

Ders bitiyor, bisikletin uzerinden inmeye bile halim yok... “Birakin beni ben burada uyuyacagim” diyorum... Guluyor herkes...

Sali gunu gorusuruz diyorlar, “hic oyle bir niyetim yok” diyorum... “Lutfen” diyor Yunan heykeli, “dusunurum tamam” diyorum, “bekliyorum” diyor yunan heykeli, “iyi bari ayni bisikleti ayir bana” diyorum....
Donuste hala ayni sarki var CD’de..

Istersen askin olurum...
Istersen gizli kalirim..
Istersen yillar yakarim...

Yok yaaa diyorum, kadindaki bu, kilimin olayim, uzerime bas gec halleri sinirime dokunuyor.. Cd’yi cekip cikartiyorum steriodan...

Ben istersem askim olursun...
Ben istersem gizli kalirsin
Ben istersem yillar yakarsin diyorum... O kadar...

Yarin kadinlar gunu... Dunyada hala kadinlara esit haklar vermeyen onca ulke, kiz cocuklarina eziyet eden kulturler, kendini erkeklerle ayni seviyede gormemeye direnen yarim akillar varken, buyuk bir mucadelenin, kayiplarin, cekilmis buyuk acilarin sonunda kazanilmis haklarin gununu, yemege cikalim, bana parfum al, mimoza kopart getire ceviren yuzeysel kulturun karsisinda, bari askta esitlik olsun istiyorum... Kimse kimsenin ayaginin altina bu kadar serilmesin, bari askin basi dik olsun istiyorum...
Hic buyuk ve olaganustu kavgalarin, mucadelelerin ya da basarilarin kadini olmasam da, tarihin yazacagi hicbirsey yapmamis olsamda, sadece oldugum ve hic kimseden daha az olmadigim icin, calisan, ureten, emeginin karsiligini almak icin mucadelesini vermis, herkes icin esitlik isteyen calisan bir kadin, bir anne, bir sevgili-es oldugum icin 8 marti kutluyorum... Mimozalari gozlerimle oksayarak veriyorum kendime armaganimi...


Sizlere de...



Son aylarda yazdigim herseye aglayanlar, eger bu yazida da sizi huzunlendirecek birsey bulduysaniz, siz de bir S-P-I-N-N-I-N-G kursuna yazilin...
Insanin basinda dagilmamis bulut kalmiyor, ustelik zihniniz de aciliyor soylemedi demeyin...



7 Mart 2010'Roma

4 Mart 2010 Perşembe

MUTFAKTAKI YAKISIKLI (II)


Ben yemek yapmayi bilen erkekleri severim... “Mutfaktaki yakisikli (I) " yazimdan belki hatirlarsiniz… Akilli, yaptigi isi iyi yapan, esprili, arastirmaci, kolay begenmeyen, cabucak boyun egmeyen, insana dikte ettirilen aptal toplum kurallarina kolay kolay evet demeyen erkekleri sevdigim gibi, yemek yapmayi bilenleri de seviyorum…
Yazmistim,
“Yemek yapan cok erkek taniyorum.. Evlerine yemege cagrildigimizda, butun yemekleri pisiren esleri var arkadaslarimin.. Ama benim dedigim baska bir sey.. Yani sarimsagi, kekigi, domatesi birbirine karistirinca, “harika makarna sosu” yaptigina inanan, baligi aliminyum kagida koyup firina verince, deniz urunleri uzmani kesilen, mangal basinda oturdugunda butun yemegi kendi hazirlamis kabul eden, hasbel kader ac kalmamayi, sizi de ac birakmamayi basaran erkekler degil soz ettiklerim.. Hele arkalarindan yemek pisirdikleri mutfaga, ancak itfaiye yardimi ile girebileceginiz, hijyen karsitlari hic degil..
Benim dedigim bir fotograf.. Alisveris torbalarini yere koymayan, ise baslamadan once giysilerinin kollarini sivayan, komik degil, “cool” mutfak onlugu kullanan, ickisi her neyse tezgahin uzerinde, guzel bir muzik acik, keyif yaparak yemek pisiren, neyin neye yakisacagini bilen, bir yemek plani yapabilen, makarnayi soguk sudan gecirmeyen, salatayi iyi yikayan, guzel sofralar kurmayi bilen, pecetenin rengini masa ortusune uygun secen, masaya samdan degil, mum koyan, ekmegi ince ince dilimleyen, tabak canak almayi bilen, peynir isimlerini sayabilen, salata sosunu hazir almayan, alisveris yaparken son kullanma tarihlerine bakan, koylu pazarlarinin adini, yerini bilen, taaa oralara gitmeye usenmeyen bir erkek fotografi benimki.. “

Bugun iste o fotograflardan ikincisinden bahsedecegim... Cenk’ten...

Siz onu zaten taniyorsunuz... Bilkent isletme fakultesi mezunu, San Francisco Universite’sinden MBA derecesi olan bir yakisikli.. Reklamci, senaryo yazari, hani bu adamin bir gunu kac saat acaba diye soracaginiz insanlardan..Bir mutfak tutkunu ayni zamanda...
“Brownies my way”’in yaraticisi, Brava Casa dergisinin Turkiye’deki ilk sayisi icin cikolata-findik dosyasi hazirlamis, NewYork Times gazetesinin Turkiye’deki yemek aliskanliklarini sormak icin aradigi, san Francisco Chronicle’in Bogaz’da San Francisco Menusu ile kapak yaptigi bir yemek pisirme sevdalisi...

Secmeyi, arastirmayi, danismayi, denemeyi, tekrar tekrar denemeyi bilen, “salata bile yapilacak olsa markete gidip herseyi alip eve getirme fasli olmaz bizim evde, nane ayri, zeytin ayri yerden alinir, hersey taze olmalidir” diyen, secici ve cok ama cok alcakgonullu, kalitesi cok yuksek bir insan...

Hurriyet gazetesi ondan, "okuyun hastasi olacaksiniz" diye bahsediyor, hem ingilizce hem turkce cikarttigi blogunu 1 ayda 300-400 bin kisi okuyor, sadece yemek yapmiyor, alisveris icin pazarlar kesfediyor, olculer veriyor, fotograflarini kendi cekiyor ve olaganustu guzel servis yapiyor pisirdiklerini... Cunku sadece pisirmeyi degil, ikram etmeyi, yedirmeyi, tattirmayi da seviyor...

Tabii ki anladiniz... Sozunu ettigim mutfaktaki yakisikli Cenk, Cafe Fernando’dan baskasi degil...Blogu Saveur Dergisi Blog Odullerine “En iyi yemek odakli seyahat blogu” kategorisinde aday gosteriliyor ve o bunu bize hani neredeyse utanarak soyluyor...

Ben Cenk’i butun iyi ozellikleri yaninda insan olarak ta seviyorum... Alcak gonullulugu, soguk olmayan mesafeli ve efendi durusu, arastirmaci kisiligi ile cok benim tarzim bir insan...

Bu odulu alir mi bilmem... Amatoru oldugu bir dunyanin cok unluleri ile yarisacak... Sonuc ne olursa olsun, aday gosterilmesi bile heyecan verici... Ama bence biz hepimiz ona destek olalim diyorum... Turkiye, guzel seylerle de anilsin, kaliteli ve nitelikli insanlarin da adi gecsin gazetelerde ya da internette...

Oyle degil mi?
PS: Cenk'in blogunda derginin linki var, oradan oy verebilirsiniz...

5 Mart 2010'Roma

1 Mart 2010 Pazartesi

NUR ARTIK O ESKI NUR DEGIL....



Oykuler cogaliyor... Fotograftaki fusya renkili tisortu giyen genc kadinin ismi Nur...Bugun onun oykusunu okuyacaksiniz... Hani karar verme asamasinda, "Nur eski Nur, basaramazsam kaldigim yerden yemege devam ederim" diyen Nur...
Nur ile ablasi Sehnaz'in fotograflarini gordugumde onlara "kozadan cikmis kelebekler gibisiniz" diye yazdim...

Oyleler gercekten... Degisen kilolari degil, duruslari, bakislari, havalari degismis, yenilenmis... Ve cok guzel olmus...

Elime ulasan her yeni oykude, farkli bir keyif duyuyorum... Yorulduguma, uykusuz kaldigim onca geceye, butun cabalarima degdi diyorum...

Bana inandiginiz icin kendimi cok sansli buluyorum ayrica...
Nur ve Sehnaz'in arkasindan Filiz'in oykusu gelecek... Sonra bakalim daha kimlerin...

Arkaniza yaslanin, elinize cayinizi alin ve bu guzel oykulerin tadina varin...
Ve sundan emin olun birkez daha... Nur birdaha hic eski Nur olmayacak...
Hepinize sevgilerimle...

------------------------------------------------------------------------------------------------

Merhabalar,

Şu anda bilgisayarın başında ablam (Şehnaz) ile birlikte benim öyküm hakkında ne yazsak diye düşünüyoruz.

Aslında en başından başlamalıyım. Ben 22 yaşımda 1.67cm boyundayım ve en son 7 yaşımda zayıftım o dönemden sonra yaşıtlarımdan daha farklıydım hep kiloluydum .kilo almama neden olan en büyük etken ise ailemin bana zorla yemek yedirmesiydi. Bir süre sonra artık ailemin ısrarı olmadan gayet güzel yemek yiyordum öyle olmuştu ki iştahım çok fazla açılmıştı . Artık kimse yemek yememe engel olamıyordu. Bu uzun yıllar bu şekilde gitti. ilkokul, ortaokul, lise, üniversite hep kiloluydum . Zayıf halimi ne ben nede etrafımdaki arkadaşlarım ,ailem hiç kimse hatırlamıyor.Kilo aldıkça çevremdeki herkes başta ailem olmak üzere sürekli uyarıyordu. Buna rağmen kimseyi dinlemiyordum ve sürekli yemek yemeye devam ediyordum.

Üniversiteye hazırlandığım yıldan itibaren fast food tarzı beslenerek her geçen gün daha da fazla kilo alıyordum. Haftada 3-4 gün muhakkak ya pizza ya hamburger yiyordum.Bazen işi abartıyordum bir öğünde 2 menü yediğim oluyordu doymak nedir bilmiyordum .Etrafımdan sürekli çok yemek yememem konusunda uyarı alıyordum. Belki de bu uyarılar bende ters etki yaratarak yememe daha çok neden oluyordu.

Kilolu olmama rağmen hiçbir zaman özgüven sorunum olmadığı gibi tam tersi her ortamda kendimi ifade edebilen özgüveni yüksek pozitif bir yapıya sahiptim. Ben böyle kilolarımla mutlu mesut yaşarken ve onlardan ayrılma gibi bir niyetim yokken ablam tesadüf eseri sizin sitenizle tanıştı. ( tanışma hikayesini onun öyküsünde dinleyeceğiz ) Kendisi sağlıklı beslenme programınıza kayıtlar kapanmasına rağmen başlamıştı.

Beni de programınıza başlamam konusunda ikna etme çabaları vardı ama ben pek oralı olmuyordum J Ne zamanki ablam bir akşam bize gelip en azından üç hafta denemem konusunda beni ikna edene kadar. Bu süreçte ben ablama ‘ tamam , üç hafta senin için bu program dahilinde ne dersen uyacağım ancak şunu bil üç hafta sonunda kilo veremez isem Nur eski Nur yemeğe kaldığı yerden devam eder ‘ dedim.

İlk gün tartıya çıktığımda 95 kiloydum ama yine söylüyorum bu kilo beni hiç rahatsız etmiyordu. 3 haftalık programa başladım. Sizin bu program dahilinde bize verdiğiniz listeleri harfiyen uyguladım 3 haftanın sonunda 7.5 kilo vermiştim.Bu sonuç beni oldukça mutlu ve motive etti büyük şevkle kalan haftaları uygulamaya devam etmeme teşvik etti.

Bir süre sonra bendeki değişikliği çevremdekilerde fark etti.Bana ikram edilenlere hayır dememe şaşırıyorlardı .Çünkü bu zamana kadar bu şekilde kararlı olduğumu hiç görmemişlerdi.

Sonuç olarak 10 ayın sonunda 25 kilo verdim .Uzun zamandır beni görmeyenler yolda gördüğünde beni tanıyamıyorlardı.Eskiden yeme diyenler şimdi ye deseler de ben artık sağlıklı olan yemekleri tercih ediyorum. İfade ettiğim gibi ilk başladığım zaman 95 kiloydum şu anda 70 kiloyum .Vermek istediğim 10 kilo daha var ve umarım sizin yardımlarınızla kalan son 10 kilomu da verip ulaştığım ideal kilomu korumaya geçiceğim.

Öncelikle bu kiloları vermemde yardımcı olduğunuz için size, sizinle de tanışmama vesile olduğu için ablama ne kadar teşekkür etsem azdır.

SEVGİLERLE NUR