Mutfak penceresinden disariya bakiyoruz... Bak yapraklar dokulmeye basladilar bile diyorum, belki degisik renklerde toplayip bana getirirsin birkac tane... Burnunu cekiyor.. Hava cok sicak.. Cok nemli.. Cok yapis yapis... Ama ruzgar var.. Gunes gokyuzunde ama, gokyuzu grimsi...
Anne bu mevsimin adi ne diyor.. Bu mevsimin adi Roma diyorum..

27 Aralık 2008 Cumartesi

DUNYA DEGISIR...

Yeni bir yil daha geliyor..

Nedir zamanin anlami diye dusunuyorum gunlerdir?
Nedir millenium?
Nedir asir? Yil nedir, ay nedir, gun nedir..?
Nerede baslar saat, salise nerede biter..?

O kadar kucuguz ki evrende.. o kadar yokuz ki aslinda bu sonsuzluk icinde.. Kucultursek, siniflarsak, olcup bicersek birseyleri, varligimizi gorebiliyoruz ancak..

Galaksilerin, gunes sistemlerinin, yillarin, kitalarin, ulkelerin, sehirlerin, caddelerin, kapi numaralarinin, isimlerin, dogum gunlerinin anlami bu..

Bu sonsuzlugun icindeki eski dunyaya, yeni bir yil daha geliyor..


Hem de nasil hos geliyor..

800 milyondan fazla kişi kronik olarak açlık çekiyor.. Her beş saniyede bir çocuk açlığa bağlı nedenlerle hayatını kaybediyor..

Biz, zorlukla kazandigimiz ekmegimizi cope koyarken, misafirlerimize yiyemiyecekleri kadar cok yemek sunarken, artanlari cop torbalarina dolduruken, kalanlari dogadaki hayvanlarla bile paylasmayi aklimiza getirmiyoruz.. Yemek programlari seyrediyoruz.. Ihtiyacimizdan cogunu yiyip, sonra da “diyet” ariyoruz internet sayfalarinda..


Savasin agir yuku, buyuk acilari, yok ediciligi gozlerimizin onunden tv haberi ve istatistik olarak gecip gidiyor.. Neredeyse kaniksiyoruz.. O ates bizi tam tepemizden tehdit etmedikce, cogumuz haberimiz yokmus gibi yasiyoruz.. Zaten haberimiz olsa da ne degisiyor ki..? Ne degisiyor haberimiz olsa?



Savaslar butun acimasizliklariyla suruyorlar, gectikleri her yeri yakarak.. Biz ayaklarimiz ciplak, kollarimizi acip, savasin uzerine yururken, gencecik yasimizda, hayatimizin bir degeri var saniyoruz..






















Niyeyse, ustumuze vazife olmayan asklara burnumuzu sokup, gereksiz hikayeleri butun ayrintilariyla kaziyoruz kafamizin biryerlerine.. Dedikodu programlariyla hipnotize oluyoruz..


Hoyratligimiz yuzunden, dunya kirleniyor, iklimler degisiyor, coraklik basliyor, buzullar eriyor, ormanlar tukeniyor..


















Cocuklarimiza hakettikleri egitimi, oyun alanlarini, yasam, saglik guvencesini veremiyoruz.. Yetisiyorlar, buyuyorlar binbir guclukle..


Gozlerinin icine bakiyoruz.. Nar taneliyoruz, elma soyuyoruz, sirtlarina ter bezi sokuyoruz iki arada bir derede..


Bazen acilar icinde bakakaliyoruz arkalarindan, kokularina doyamadan..









Televizyonun onunde cekirdek citleyip, cocuguna tedavi parasi bulabilmek icin, acaip yakisikli ve klas patronuyla yatan annenin inanilmaz ask oykusune alik alik bakarken biz, her 12 saniyede bir kişi AIDS hastalığına yakalanıyor. Dunya Saglik Örgütünun raporunda, AİDS'den kaynaklanan ölümlerin 2012 yılında maksimum düzeye ulaşarak 2.4 milyonu bulacagi bildiriliyor..Kimileri AIDS, dunya nufusunu azalatmak icin laboratuarlarda uretilmis bir virustur diyor, Biz ne Luc Montaigner’i taniyoruz, ne de bilim dunyasini merak ediyoruz..


Ekononomik kriz her ulkenin kapisinda.. Bazilarindan daha bir kriz gitmeden, bir yenisi ulasiyor.. Grevler, isten cikartmalar, kontratsiz, guvencesiz calistirilan insanlar..Zorlaniyoruz, kazandigimiz paralarla yasamaya..




















Ama dunya donuyor.. Biz yasiyoruz.. Ucu ucuna denk getiriyoruz dunyayi.. Kendimizi bile sasirtiyoruz..













İyi ki yasiyoruz.. Televizyonun taksidi bitince, belki salonun perdelerini degistirim hayalini kuruyoruz..


Komsular caya gelecek diye, dere otlu peynirli pogaca ile kek suruyoruz firina..

Singer makinelerde cocugumuza bayramlik dikiyoruz, ters yuz edilmis bir pantolondan.. Pazardan kirmizi kurdeleler aliyoruz..


Sevgilimize iki duz, iki ters lastik orgu upuzun atkilar oruyoruz.. Avucumuzda aylardir kurus kurus biriktirdigimiz paralar, kac zamandir istedigi pullu kupeleri almak icin nisanlimiza, kuyumcudan iceriye gururla giriyoruz..

Kalbimiz kut kut atiyor mac aksamlari.. "Haydi aslanlar" diyoruz tum yuregimizle.. Bir bilet alip, biryerlere gitsem diyoruz yorgun aksamlar cay bardagi elimizde.. Dus kuruyoruz..












Daha aldigimiz gun bitiyor maasimiz, Yaprak Dokumunun Riza bey’ini kendimizden biliyoruz.. Tam dalgalandim da duruldum’u dinlerken, hanim kanali ceviriyor, “dur be hanim, en sevdigim sarki” diyoruz..Hanim yeni yil aksami icin, corba, tavuk-pilav, salata, biraz da meyve ve kuru yemis diye planliyor yemegi.. “Cocuklar icin, yoksa yilbasi kutlamak bizim neyimize” diyor sabah kahvesinde, komsu evinde..

Yasiyoruz.. Icine dogdugumuz, icinde oldugumuz dunya bu..


Iyi ki de yasiyoruz.. Yasarsak birseyleri belki degistirebiliriz diye umuyoruz..

Dusuncemizin gucunde, yuregimizden kopup gelen sevgide, umutta.. Yoklukta, yoksullukta.. Varsa tabii ki varsillikta..

İnsaniz.. Yasiyoruz.. Bolunmus zamanlardan birinde.. Bu sonsuzluktan daha sonsuz evrende variz....

Ve yarina inaniyoruz..

Dunya degisir..


ve hep ayni mi kalir sizce?

Yeni yiliniz kutlu olsun...

24 Aralık 2008 Çarşamba

MUTLULUK.....




Funda beni sobelemis.. Mutluluk nedir diye soruyor?

Bilmiyorum..

Ben bu sorunun cevabini hic bilmiyorum.. Bugun soyleyecegim hersey yarin anlamini yitirebilir korkarim..

Hic degismeyecek az sey var “mutluluk” olarak tanimlanabilecek yasantimda..

Her ne sebeple olursa olsun, oglumun yuzundeki kucucuk bir gulucuk benim icin mutluluk.. Ya da her ne sebeple olursa olsun, doktugu gozyaslarinin dinmesi kucagimda.. Iyi olmasi onun, saglikli olmasi, keyifli olmasi.. Tum sevdiklerim gibi..

Sabahlari uyanmak, nefes aldigimi hissetmeden ve dusunmeden nefes almak, yutkundugumu anlamadan, kahvemi yudumlamak, kendi ayaklarimla nereye istiyorsam, oraya dogru yuruyebilmek mutluluk..

Caldigim kapilarin arkasinda olsun istediklerimle sabah vedalastigim eve, onlari bulmak uzere donmek mutluluk..

Yasi neredeyse 80’e yaklasan babamin, sevdigimiz her meyvenin cekirdegini ekmek uzere saklamasindaki yasam bagliligi, her sabah gunese camlari acip sukreden annemin yaradana ve yasama olan saygisi bence mutluluk..

Mesafelerle sinirlanmamis dostluklara, yillarla tukenmemis asklara, zamanin yorgunluklarinda kaybedilmemis arkadasliklara sahip olmak mutluluk..

Hastaneden yuruyerek evine donebilen her hastanin ardindan duyulan o keyifli yorgunluk, iyi ki bu meslegi secmisim diyebilmek bence mutluluk..

Dusunuldugumu, sevildigimi bilmek, kalbim senin icin atiyor diyen sese inanabilmek mutluluk..

Posta kutusunda, fatura yerine bir mektup bulmak, pullu yilbasi kartlarindan almak, Noel Babaya mektup yazmak, yagmura sukretmek, gunese sevinmek, arabanin camina birakilmis bir mesaji okumak, uyuyup kalinca ustu yumusacik bir battaniyeyle ortulmek , “annecigim”, kizim, sevgilim diye seslenilmek, yilbasi agacinin altinda ne zamandir istedigim cantanin saklaniyor oldugunu bilmek, birilerinin benim icin fotograf basmasi, birilerinin turkce cd hazirlamasi, boyle "kucuk" buyuk seyler icin onem verilmek mutluluk..


Bunca siradanligin ortasinda, tek sira disi seyin “yasam” oldugunu bilmek,


ve yasamak iste mutluluk..

Daha ne olsun ki..


Berrin'e Bulut blogu icin mutlulugun fotografini gostersin diye, Nilambara'ya, Kiymet'e, Demli Hayat'a , Zero'ya ve Bir Dut Masalina soruyorum ben de.. Nedir sizin icin mutluluk..?

Bu soruya sadece sizi de mutlu edecekse cevap verin diye ekleyerek..

7 Aralık 2008 Pazar

BAYRAM..



Bugun bayram.. Uzaklara ne kadar gelebilirse, o kadar geliyor iste..


Yine de kalbim orada.. Ulkemde.. Baba ocagimda.. Hic huzunlere kaptirmayacagim ne kendimi ne de sizi.. "Daha nice bayramlara saglikla, sevgiyle, sevdiklerimizle ulasalim" diyecegim..



Ne kadar uzakta oldugumuz degil onemli olan.. Seneye bayrami orada geciririz belki kimbilir..



Federico'yu bayram yerine gotururum, eger hala kuruluyorsa..



Elma sekeri alirim, eger hala satiliyorsa..



Ben kizmam, bir kere bile olsa renkli macun sekerini yalamasina, yemyesil olmus dilini disari cikartmasina..



Hic kizmam bayram harcligi vermeyen buyuklere bozulmasina.. Cikolatalari secip secip ceplerine doldurmasina..


O sansli bir cocuk.. iki kulturun, iki buyuk dinin karmasi bir ailede buyuyor ve her iki kulturu de diledigince yasamasina izin veriliyor..


Bu arada size biraz hoscakalin demek istiyorum.. Oyle blogumu terkedilmis gibi ortalarda birakmak istemem ama ben biraz gidiyorum..

Blogumu ve sizleri cok onemsiyorum.. Hele son iki yazima yillardir izlerini kaybettigimi sandigim arkadaslarimdan bile mailler yoluyla yorumlar gelince, kendimi bayagi bir "Ayse Arman" hissetmeye baslamistim.. :-)).. Megerse icimde varmis kadinca (!) yazilar yazmak... Hepimize iyi geldi..

Aslinda niyetim detoxdan, diyetlerden, beslenme ve estetik tibbi onerilerinden bahsetmekti.. Ama bu yazilar, canim nasil isterse oyle yazabileceklerimden degil.. Profesyonel hayatimi cok yakindan ilgilendiriyorlar.. O nedenle uzerlerinde cok dusunmek, cok iyi arastirarak yazmak ve yanlis yapmamak gerekiyordu.. Ertelendikce ertelendiler..

Ayakkabi yazilari vardi hazirda bekleyen.. Kis-bahar modasi.. Hic bilmeyenlere yemekler.. Cok sey siradaydi anlatmak paylasmak istedigim..

Biraz daha beklemeleri gerekecek ama.. Simdi oncelikleri baska seyler aliyor bir sure icin..

Kisa bir sure sonra cok onemli bir sinava girecegim.. O kadar cok sinava girdim ki hayatimda, korkmayi unuttum sinavlardan.. Ama iyi gecsin istiyorum.. Biraz calismam, notlarimi, kagitlarimi toparlamam, tezimi duzenlemem filan lazim.. Bir de zayiflamaya devam edip, artik iyice elbisesiz kaldigim icin, kendime sinavda giyecek bir etek ceket almam gerekiyor ki, bu isin en keyifli kismi..

Mart ayi basinda oldukca onemli bir adli tip-immunohematoloji seminerinde hem duzenleyici hem de konusmaci olarak yer alacagim.. Hematoloji benim asil isim ve hazirliklara baslamam, yuzlerce ayrintiyi gozden gecirmem lazim..

Kisa bir sure sonra natale tatili basliyor ve Federico ben ve babasi calisiyorken evde dadisiyla kalacak.. Onun icin, verebilecegim butun zamanimi ogluma vermek istiyorum.. O ne isterse onu yapmak, onu bir cocuk ne kadar simartilabilirse o kadar simartmak istiyorum.. (siz bunu sakin Antonio'ya soylemeyin.. o beni cok tavizsiz bir anne saniyor ve Federico'yu kendi hesabina benden gizli gizli simartiyor.. ve ne hikmetse bizim cocugumuz simarmiyor..) Babannesi gelince Federico'yu ona devredip, ozgurlugumu ilan edecegim...:-))

Cheetos'un onerilerine uymaya devam ediyorum.. Yapacaklarimi , onceliklerimi belirliyorum.. Buralarda olacagim.. Sizleri tabii ki okuyacagim.. Lutfen sakin kaybolmayin biryerlere.. Ozellikle benim sadik 6 okurum ve (kendimle 7 -3 non identified).. Siz sakin beni terk etmeyin..

Hepinize tekrar iyi bayramlar.. Benimle burada oldugunuz, yazdiklarimi okudugunuz, huzunlerime, sevinclerime, bulutlarima, kuslarima, is hayatima, dostlarimin yasadiklarina ortak oldugunuz icin tesekkurler.. Iyi ki varsiniz..

Ben donene kadar kendinize iyi bakin lutfen..

p.s: Size Vivaldi'nin kisini birakiyorum, 4 mevsimden..





6 Aralık 2008 Cumartesi

ANLATAYIM O ZAMAN..

Elbetteki anladiniz asktan soz ettigimi.. Anlamayanlar (!) anlayanlara anlattilar..

Oyleyse itiraf ediyorum..

Onunla ilk kez hastanenin park yerinde, hizli davranip benim yerimi aldiginda karsilastim.. Ofkeden yildirimlar yagdirmaya hazir bir halde yuzune bakinca, gordugum o “deniz yesili” gozler sondurdu ofkemi ama yine de arabami onun cikamiyacagi bir sekilde park ettim ve “ben bu aksam gec saate kadar calisacagim, beklersiniz artik” dedim sesimin titremesine engel olmaya calisarak..

Gozlerindeki ifade hic degismedi ve “oyleyse ayrilmadan once cafeteryada birseyler icelim beraber” dedi... Denizler mavi olur sanirdim o gune kadar, yesil olurlarmis...

diye filmlere yakisan bir hikaye anlatacagimi saniyorsaniz cok yaniliyorsunuz..

Sadece hayattaki ilk askimla karsilastim.. Daha dogrusu beni aradi.. Roma’daymis bir kongre icin.. Sanki yillar gecmemis gibiydi.. Yaslanmak ona yaramis.. Zaten yakisikliydi, daha da hos olmus.. Bulustuk beraber bir aksam yemegi yemek icin.. “Seni hic unutmadim” dedi.. Ben unutmustum ama blogumda asktan bahsetmek icin”hatirlayabilirim” dedim..

Bu da hic inanilir olmadi degil mi?

O zaman size uydurulmus “hikayeler” yerine cok gercek bir oyku anlatayim.. Askin anti-aging etkisinden konusmuyor muyduk..? Dinleyin bakin..


Arkadasim, ismini yunan mitolojisinden almis, cok guzel, becerikli, klasik muzige asik, arkadas canlisi, cok iyi yemek yapan, cok guzel dikis diken, annemin deyimiyle “haza hanimefendi” bir kadindir.. Hayattaki ilk askiyla evlenmis, 3 erkek evlat sahibi olmus, onlardan baska birsey icin nefes almamis, kocasi tarafindan anlasilamamis, sevilmemis, sayilmamis, saygi gormemis olmanin huznunu tasir hep icinde..



Birkac yil once “yeter artik” diyecek cesareti bulmus ve ayrilmaya karar verip, cekip kapiyi cikmistir.. Kocasi bu karara cok sasirmis, cok ofkeye kapilmis, ic camasirlari dahil hicbir ozel esyasini almasina izin vermemis, hatta yuzunde gordugum “kapiya carpma” izlerine bakilirsa, cok da gule gule yolcu edilmemistir..

Kendine zar zor bir yeni hayat kurmus, kentin ileri gelen bir evinin hanimiyken, toplama esyalarla kendine bir “yuva” yaratmaya calismis, fatura nasil odenir, kat kaloriferinin yillik bakimini kim yapar, saglik karnesi nereden cikartilir gibi her turlu ayrintiyi ogrenmek zorunda kalmis ve bunu ayakta durma kararindan da guc alarak basarmistir..

Hatirini sormak icin ugradigim gunlerde, cayimi yudumlarken evliligini anlatir, kocasindan adini soyleyemeden bahseder, ve umudunu kaybettigini, yasamasa da birsey farketmeyecegini soylerdi.. Saglik sorunlariyla bogusmaya basladi o gune kadar varligindan haberdar olmadigi.. Hayata donmem gerek, tutunmam gerek, yoksa delirmek isten bile degil.. diyordu..

Kendi yasitlari icin duzenlenmis bir tura katildi acilarinin siddeti biraz azalinca.. Dondugunde ziyaretine gittim.. Yuzu isil isildi.. Anlatiyor da anlatiyordu 1 haftalik seyahatini..



Aksam yemeklerini, kagit oyunlarini, hangi sarkiyi soyledigini, nasil dans ettiklerini, animatore grup olarak aldiklari armaganlari filan anlata anlata bitiremiyordu.. O kadar parliyordu ki gozleri, “hadi dedim, itiraf et, kim bu adam”.. “Sen iyice sasirdin, ne adami” dedi yuzume kocaman acilmis gozlerle bakarak.. “Hadi dedim, anlat... Sen soylemesen de gozlerindeki yakamozlar coktan soylediler bile..”

Kimseye anlatmayacagima dair yeminler yeminler ustune edildikten sonra, “itiraf !” ediyordu.. Bir aksam yemeginde yanina oturmus tesadufen, cok hos, cok bakimli bir adammis, guzel kokuyormus, hep ceket ve kravatla iniyormus yemege, bluejean giymiyormus.. “Birgun ikimiz gruptan ayrilsak da gidip bir kahve icsek demis “ ama kabul edememis.. Hem adam ne dusunurmus hem herkes ne dermis..


“Delisin” diyorum.. “Bir kahve icin ne diyecekler..?” “Beraber bir kahve ictiler derler encok”.. Hem beraber kactilar deseler ne olur ki? Hatta kac bence, iyi gelir..

Deliymisim ben.. Olacak ismiymis.? .Ben kisin gelip sizi ziyaret etsem demis adam, o da delimiymis neymis..?

Gozleri piril piril, yuregi gozlerinde atiyor konusurken.. Butun bir kis, bir sonraki yilin 1 haftalik tatilini hayali ile geciyor. İki-uc kez telefonla konusuyorlar.. O gunlerde, evlere, balkonlara, gokyuzune sigmiyor.. Agrilari, sizilari yavas yavas geciyor.. Yazlik elbiseler dikiyor kendisine kis gununde.. Sacina ilk kez rofle yaptiriyor.. Yeni renk rujlar deniyor.. “Ohooooo diyorum gulerek.. artik seni kimse kurtaramaz, sen bitmissin arkadas”.. “Sacmalama” diyor.. Bakimli olmak gerekirmis, kadinligin geregiymis.. “Anlat diyorum sen anlat.. Biz dinleriz nasilsa...”

Yuzune renk geliyor.. Hayatina renk geliyor.. Yuregine renk geliyor..

Arkadasim 80 yasinda..

Sevgili arkadaslarim.. Nilambara, Kiymet, Cheetos, Zero, Funda, Ilkay, Nebahat, Beenmaya, yani “kizlar”, Babis’e Yemeklerin yazarinin kullandigi gibi..
Sonra sevgili arkadasim ve meslektasim “Demli Hayat”..

Siz zaten anladiniz.. Brajeshwari, Primarima ve Nebahat saka yapiyorlar anlamamis gibi davranarak,

....
Yani dedigi gibi Mustafa Sandal’in..

“Farketmez biraz asik olsak..
Kimseyi oldurmez..
....
Sen omre bedelsin, bir omre bedel”
......
Bir doktor olarak hatirlatayim istemistim yalnizca..

Siz bosverin vitaminleri.. Hicbirsey size asik olmak kadar iyi gelmez...
...

3 Aralık 2008 Çarşamba

SIZ HALA ANLAMADINIZ MI...?



Gece daha saat 3’u bulmamisken uyaniyorum.. Oylesine sebepsiz.. Bari biraz calisayim diyorum.. Tezimi yazmak icin cok geciktim ve hala makale okuma faslindayim.. Cin tibbinda yuzlerce yildir bilinen bir bitkinin, alzheimer hastaliginda beyin fonksiyonlarini korumak icin kullanilmasina bagli olarak, anti-aging olarak da kullanilip kullanilamiyacagini arastiran bir tez..

Okuyorum, yaziyorum, notlarimi darmadagin ediyorum.. Birden ama gercekten birden firtina kopuyor.. Cocukken de cok korkardim, simdi de cok korkuyorum.. Federico’nun odasina giriyorum sesizce, uyanirsa orada olayim istiyorum.. Uyaniyor gok gurultusunun siddetinden.. Hemen kollarima atiliyor.. “Korkma canim, diyorum, bulutlar kavga ediyorlar sadece..”.. “Onlar elektrik yuklu anne” diye beni duzeltiyor.. Anne eger korkuyorsan bizimle uyu Tigerman da korkuyor zaten diyor..
Korkuyorum ve onlarin yaninda uyumayi seciyorum.. Tigerman onun uyku arkadasi bir pelus.. Ama kendini bizim ikinci cocugumuz saniyor, evde benim yanimdan hic ayrilmiyor..

Sabah coktan yolda olmam gereken bir saatte dadinin kapiyi acmasiyla beraber yataktan firliyorum..

Sehir yogun bir sis altinda.. “Aman Tanrim, gec kaliyorum demek icin cok gec artik” diyerek kosusmaya basliyorum.. Dadiya bana kahve hazirlamasini, henuz gozleri yumus yumus Federico’ya cep telefonumu bulmasini soylerken, aksamdan hazirladigim giysilere gozum takiliyor.. Gri hirka, siyah etek, siyah kristal kolye, desenli coraplar..

Zaten gun yeterince gri.. Gunun rengini degistirmeye karar veriyorum.. Leylak rengi kazagimi buluyorum, ustune mor boncuklar takiyorum, etegin boyu kazaga uymuyor, obur etegimi ariyorum, bu corap degil, oburunu ver, gri canta ne alaka simdi, nerede benim mor yun esarbim derken arabaya kosuyorum....

Isyerine telefon ediyorum, bu olagandisi gecikmeyi haber veriyorum.. Son gunlerde dinleyip durdugum Mustafa Sandal’in ayni sarkisini arayip buluyorum.. Benzinciye girip, benim arabamin sis farlari nerden yaniyor? diye soruyorum..

Benzinci yillardir taniyor beni.. Motor kapagini acamadigimi, acsamda kapatamadigimi, asla kendi kendime benzin koyamadigimi filan biliyor... Sis farlarini aciyor, “gecikmissiniz bugun” diyor... Cok yorgundum, uyuyup kalmisim diyorum.. “Firtinayi duydunuz mu?” diye soruyor.. “Duyulmayacak gibi degildi ki” diyorum..

Butun kirmizi trafik isiklarinda, hep arabada duran acil durum makyaj cantasi yardimima yetisiyor.. Gozlerimi boyuyorum, saclarimi atkuyrugu yapiyorum.. Isyerine geldigimde, hersey yerli yerinde duruyor.. Yani hastane cokmemis, ihtilal olmamis, hersey sakin, hastalar hava muhalefeti yuzunden gelemedikleri icin ortalik cok durgun.... Oyleyse ben bir kahve iceyim diyorum..

Ne geceydi ama diyorum kahvemi yudumlarken.. Hem cok uzundu hem de cok kisa..

Hastanenin kafeteryasinda kahvemi icerken aklim tezimde.. Anti-aging adina neler yapiliyor, neler oneriliyor bizlere.. Ne serumlar, ne vitaminler, ne mineraller, ne amino asitler, ne proteinler yukleniyor vucutlarimiza.. Beslenme onerileri, uyku taktikleri, spor programlari, detoxlar.. Hayvan besle, cicek yetistir, yemek pisirmeyi ogren, hobi edin, sudoku coz, kahkaha at.. Hep daha genc kalmak icin daha dogrusu yaslanmamak icin..

Hepsi dogru.. Hepsinin bir gerceklik payi, bir bilimsel dayanagi var..
Ancak soylenmesi ihmal edilen cok onemli birsey var.. Benim bir bilimsel sinavda da soylemeye cesaret ettigim bir dogru.. Hucreleri herseyden cok genclestiren, yenileyen, hasarlarini onaran.. Yasama isik tasiyan birsey.. 8 yasindayken de, 80 yasindayken de hepimize uygun olan o olaganustu ilac.. Butun bu yaziyi sirf size bu sirri vereyim diye yazdim..
Bir de baktim, Mustafa Sandal bagira bagira hepimize soylemis bile..

2 Aralık 2008 Salı

YUREGIMDEKI KUSLAR...


Son zamanlardaki keyifsizligime uzulup tek satir, iki cumlelik bir mektup yazan bir arkadasima yazmistim cevap olarak "yuregimden binlerce serce havalandi " diye.. Gercekten de oyle hissettim, yazdiklari iyi geldi..

Sonra Piyale Madra'nin bu karikaturunu buluverdim.. Son zamanlarda hepimizde bir keyifsizlik, bir tatsizlik, bir grilik var..

Bugun bakin etrafiniza, ne cok sebebimiz var aslinda yuregimizden serceleri ucuracak..

Gunaydin hepinize..

30 Kasım 2008 Pazar

GUNDEN KALAN...



Adetim oldugu uzere gecenin bir vakti gezinip duruyorum evin icinde.. Aslinda calismam lazim ama hic calisma havasinda degilim.. Kacinci sutlu kahveyi iciyorum, kacinci kez “kalb kalbe karsidir’i” dinliyorum bilmiyorum ama notlarimi toparlama cabam da bosa gidiyor ve neredeyse sabaha karsi uyumaya karar veriyorum..

Uyumak icin cok gec, uyanmak icin erken.. Salonda divanin uzerinde biraz okurmus, biraz uyurmus, biraz dinlenirmis gibi yapiyorum..

Bu hafta cok nobet tuttum, cok calistim. Butun gun universitedeydim bugun. Yarin izin gunum ama yine kendi hastanemde ama universite adina poliklinik yapacagim. Ogleden sonra yine universite icin, sehrin obur yaninda baska bir hastanede calisacagim.. Yani keske uyusaydim biraz diyorum..

Bardaktan bosanircasina yagmur yagiyor.. Bir yandan hazirlaniyorum, bir yandan da postami kontrol ediyorum.. Iyi ki kontrol ediyorum.. Beni mutlu eden bir mektup okuyorum ama cevap verecek vakit yok.. Elime bir elma alip, aynada kendime son bir goz atiyorum.. Iyi gorunuyorum..Ekose yesilli-turunculu klos etegim, kapsonlu yesil hirkam, yesil coraplarimla 21 yillik bir doktordan cok, gec kalmis(daha dogrusu “gecmis”) bir ogrenciye benziyorum.. Evden cikiyorum.. Arabada muzigi aciyorum..Kiyida kosede unutulmus arkadas hediyesi MP3’ten sansima Mustafa Sandal cikiyor.. Bugunlerde ben turkce sarkilar istiyorum.. Sabah sabah bu nese bana iyi geliyor..

Hastanede isim bekledigimden cabuk bitiyor.. alisverise gidecek, vitrin bakacak, guzel bir oglen yemegi yiyecek vaktim var ama hizla eve donuyorum.. Bulasik makinesi bosaliyor ve doluyor, camasirlar renklerine, dokularina daha bilmem kacyuz kurala gore ayriliyor ve yikanmaya basliyor, haftalik alisveris listesi, kabaca gunlere gore yemek plani yapiliyor. Cinslerine gore ayrilmis copler atiliyor.. Eve sactigim kitaplar, kagitlar, notlar, cd’ler, kahve fincanlari yerlerine donuyor. Camlar aciliyor, komsunun kapisi calinip birseye ihtiyaci olup olmadigi kontrol ediliyor. Temizleyiciye gidecek giysiler torbaya konuyor, internetten gazete okunurken bir sandvic yeniyor ve tek bir maile cevap veriliyor. Yeniden giyiniliyor ve tekrar calismaya gidiliyor.

Sonra gec vakit eve donuluyor.. Federico ile babasi ariyorlar.. Kucuk tatilleri cok iyi geciyor.. Keyifleri yerinde..

Gunun rengi yesil ya, yesil ev hirkasi giyiliyor.. Yemek televizyonun karsisinda tepside yeniyor. Gece geliyor yumusak ortusuyle..

Uyuyacagim uykum bir gelse..

Bugunden ne kaldi diye soruyorum kendime?

Cok siradan gibi gorunen bugunden ne kaldi?

Cok siradan bir gundu..

Cok guzeldi siradanligi.. Cunku, onardigim yerden “basliyor” hayat.. Baktigim yerde, ayni yerde bile yeni birsey var gorecek.. Anladigim kadar veriyor hayat bana dersleri.. Her bulutun arkasinda topragin bekledigi yagmur var aslinda.. Sorunun oldugu yerde, cozum de bekliyor bulayim diye..

Tesekkur ederim paylastiginiz icin.. Yakinimda olmayi sectiginiz icin tesekkur ederim..

28 Kasım 2008 Cuma

BIR BULUT DURDU GOZUMDE...





Bazen hicbirseyin cevabini bilmeyebilirsiniz.. Zaten soruyu da size sormamistir kimse..

Bazen ne olup bittigini anlamayabilir, “orda olmamak” isteyebilir, seffaslasip gorunmez olmanin formulunu nereye yazdiginizi hatirlamadiginiz icin, herzamankinden daha gorunur ortalarda kalabilirsiniz..

*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Bazen gunesin cani bulutlarin arkasinda olmak ister, butun siyah bulutlar kendilerini sizin en yakin arkadasiniz sanabilir ve davetsiz gelirler, siz “hazirliksiz yakalanip” ustune ustluk mahcup olabilirsiniz kotu ev sahipliginiz yuzunden..

Bazen, kontrol denen sey elinizden kacabilir, keske bir tasma alsaydim suna diye kendinize kizabilir, hickimsenin onu bulmak icin endiselenmedigini gorup, “Allah Allah, birtek bana mi lazimmis bu?” diye sasirabilirsiniz..

Bazen herkesin ayni dili konustugu bir ortamda, kimsenin birbirini anlamadigini gorup, kulaklarini ve onu beyinle birlestiren sinir sistemini nasil devre disi birakabildiklerini merak edebilirsiniz..

Bazen ben bugun niye burdayim, niye butun bu olan bitene bakiyorum, niye bunlari izlemek, dusunmek, bunlar icin keyfimi kacirmak zorundayim acaba? diye sormaktan cok ama cok urkebilirsiniz.. Evinize cok ama cok agirlasmis bir yurekle donersiniz..

Bazen olabilir butun bunlar.. Bazen daha da cogu..

Sonra sizin icin yasam demek olan birisi iki incecik kolu boynunuza dolar “anne sen iyisin, evet?” der.. “Noel babaya mektup yazmistir bile ama sizin kulaginiza yavasca fisildar “yok Babbo Natale (Noel baba), ben biliyor ama baba var dedi” diye sirrini paylasir.. Evet ama, soylemeyelim babana, uzulmesin dersiniz.. Soylemezsiniz.. Mektubunu yine de zarfa koyar, “anne sen yaz adres, tamam?” diye size birakir gerisini.. Ezberinizdedir Noel baba’nin adresi.. Yazarsiniz.. Bulutlar yavas yavas dagilmaya, parcalanmaya baslarlar..

Kucuk eller, buyuk ellerin yardimi ile size 1 fincan sut hazirlarlar.. Iyi gelir dusunulmek.. Iciniz isinir.. Iyi ki var ve iyi ki varim dersiniz.. Buyuk eller, uzulme derler, boyle seyler hergun oluyor.. O da uzgundur kendi adina, kendi basindaki bulutlara ama belli etmemeye calisir.. Siz bilirsiniz ama..

Postanizi kontrol edersiniz.. Onlarca mail gelmistir..

Birini okumayi ensona birakirsiniz.. “merak ettim, nasilsiniz bugun diye sormak istedim” diye yazar mailde.. Iyi gelir dusunulmek.. Laf olsun diye sormadigini bilirsiniz.. Cevabinin cok onemi yoktur ama gunun cevabini bildiginiz tek sorusudur..
Iyi gelir ..

Annem "kalp kalbe karsidir" der arkadaslarina..

Kalp kalbe karsidir gercekten de..

Yakinlarda bildikleriniz..

Uzaklarda da..

Bulutlar hala ordadirlar, gitmezler biryere ama cok da hos gelmediklerini anlamislardir herhalde..
Onlara dogru kuvvetle uflersiniz..

Birsey degismez pek..

Simdilik..
***
Fotograflar: Devianart

23 Kasım 2008 Pazar

PASTA FAGIOLI

Yemek bloglarina bakiyorum bazen.. Cafe Fernando'yu ve Berrin'in iIahi tatlar'ini yazdiklari tariflerin otesine gecen kalitelerinden oturu surekli okuyorum.. Cafe Fernando'nun fotograflarini donup dolasip tekrar seyrediyorum buyuk bir begeniyle..

Cok guzel yemek bloglari var.. Cok guzel yapilabilir tarifler verenler, yaptiklari her yemegi inanilmaz bir kalori bombasina cevirenler, Urfa Mutfagi gibi aklima dusup, neredeyse beni yollara dusurecek olanlar da var..

Cok acemiler icin tarif verenler de vardir belki.. Gormemis olabilirim.. Ben kotu yemek pisirmem.. Belirli bir saglik cizgisini izledigim, duzgun beslenmeye ozen gosterdigim de soylenebilir.. Son yillarda yasadigimiz yogunluk, beni: pratik, kisa surede hazirlanan, dengeli beslenmeyi goz ardi etmeyen yemekler ogrenmeye yoneltti..

Arada bir yazacagim bunlari.. Cok acemilere.. En acemilere.. hani omlet yapmak icin, yumurtayi kirin ve kabugunu cope atin demeniz gerekenlere..

ilk tarif sevgili balerin arkadasim Maria Grazia'dan ogrendigim, Federico'nun ve annemin cok sevdikleri, Ilkay ve Senol'un yorgunluk uzerine yedikleri icin, anlata anlata bitiremedikleri, Roma usulu "pasta fagioli".. Yani fasulyeli makarna.. Burada cok sevilen, ozellikle kisin cok tuketilen bir giris yemegidir.. Herkes icine patates koymaz.. Ben cok sebze sevmeyen Federico icin fikir danistigim cocuk doktoru arkadasimin tavsiyesi ile, patates ekliyorum yemeklere..
Iste malzemeler..


-Haslanmis barbun fasulye

-1 orta boy sogan

-1 kucuk havuc

-1 patates

-kucuk boy makarna

-domates konsantresi veya suyu

-biberiye, tuz, biber

Sogani zeytinyaginda kizartmadan pisirin. fasulyelerin 1/3'unu , 3-4 igne biberiyeyi, bir kucuk havucu ekleyip az suda iyice pisirin (fasulyeler tabii ki onceden hafif haslanmis olacak).

Havuclar pisince hepsini blendirda sulu bir krema haline getirin. Gerekirse sicak su ekleyip, patatesleri kup kup keserek, domates konsantresini, tuz-biberini ekleyin.

Patatesler pismeye yakin, makarnasini ve kalan fasulyeleri ekleyin (kisi basina 1 yemek kasigi makarna yeterli olur). Makarna kutularinin ustunde yazan sureye saygi gostermeye calisin. Yani cok haslamayin "al dente" birakin.

Arzuya gore uzerine cok azicik zeytinyagi gezdirerek servis yapabilirsiniz. Ozelligi kivamli olmasidir. Ama sakin cok fazla makarna koyup, kuru bir yemek haline getirmeyin.

Cocuklar icin, proteini, karbonhidrati ve vitamini icinde olan tek tabaklik kurtarici bir yemektir.

Pilavla beraber servis yapilan etli kuru fasulyenin, yaninda acili bir tursunun, yumrukla kirilmis soganin yerini tutmaz ama, gene de duygusu sicak bir yemektir (benim yemekleri siniflamam, gercek isilarina gore degildir)

Afiyet olsun..


16 Kasım 2008 Pazar

KIRMIZI MANTO

Federico’nun sesi cok keyifli geliyor telefonda.. Buldugu bocegi, benim icin cektigi fotografi, simdi tam da simdi oynadigi oyunu pespese heyecanla anlatiyor. Keyfim yerine geliyor..


Hava cok garip. Yagmur yagiyor, gunes cikiyor, kavurucu, yakici bir ruzgar esiyor. Gri bulutlar gokyuzunde, yesil sari kahverengi yapraklar da toz bulutlariyla birlikte yeryuzunde sersemlemis bir sekilde dolaniyorlar..

Yapacak coksey var evde ama canim hic donmek istemiyor. Sanki bu ansizin elde edilmis ozgur ogleden sonraya haksizlik olacak gibi geliyor. Boyle zamanlarda encabuk akla gelen seyi seciyorum ve sehir merkezine gidiyorum. Hem bir kahve icerim aylakligin tadina vara vara, hem de biraz vitrin bakarim yagmur yagmazsa diye dusunuyorum..

Ispanyol merdivenlerinin hemen arkasinda, manzarasi caddelerdeki seftali renkli evlerin catilari olan, hic de unlu olmayan kahvede yavas yavas kahvemi iciyorum ve kendimi elbiseler, kemerler, cantalar, ayakkabilar, kolyeler, atkilar, eldivenler arasina birakiyorum..

Temmuzun 15’inde kislik giysileri vitrinlere koymustu bircok magaza.. Artik hemen hepsi yeni sezonun mallariyla dolmus, bir kosede, hala begenilmeyi bekleyen yazlik elbise kurulari, huzunlu bir umutla bakiyorlar iceri gelen musterilere..

Bu sene hicbirsey moda degil galiba.. Ya da hersey moda.. Yunler, danteller, kadifeler, taftalar, satenler.., Dar, klos, pileli, uzun, kisa etekler.. Sivri burunlu, duz burunlu, kut burunlu, koni topuklu, sivri topuklu, topuksuz ayakkabilar.. Leopar deseni kaplamis heryeri. Dunyaca bilinen markanin vitrininde leopar desenli erkek camasirlarina bakiyorum, gulumsuyorum.. Berrin puanlilardan sonra, leopar desenli giymeyin artik diye yazacak birkac ay sonra diyorum.

Cok sevdigim unlu bir italyan markasinin magazasina giriyorum... Bu magazanin icini, parfum kokusunu ve sattigi herseyi seviyorum. Parmaklarimi kaliteli kumaslara dokunduruyorum piyano calarmiscasina ve kirmizi bir mantonun ustunde kaliyor ellerim.. Mantonun rengi parmaklarima geciyor, oradan yuregime, beynimde bir kosede kivrilmis anilara dogru yuruyor. "Denemek istermisiniz ?" diyor satici..

Pinokyo pantolonum, topuklu sandaletlerim, yazlik cantam, ustume giydigim kirmizi cashmer manto ile hic de rafine durmuyorum aynada, ama anilarimdan cikip gelen ve boynuma sariliveren iki incecik kol yuzumu mutlulukla gulumsetiyor ....................... .............................

.............. Kirmizi Bir manto cikiyor, Ankara’nin cok ama cok soguk bir kis mevsiminin tam ortasinda, eve gelen paketten.. Yumusacik ve sicacik zarafetiyle, siyah, kahverengi, lacivertlere bogulmus gardrobuma bir ates topu gibi dusuyor yeni mantom. Cok seviyorum, cok seviniyorum ve cok giyiyorum. Gulcin almis bana, benim encok sevdigim magazadan. O calisiyor ben daha ogrenciyim ........ ...........................................................


..............Hava cok soguk. Kar yagiyor. Doktor hanim erteliyelim koy ziyaretini diyor hemsire. Olmaz diyorum, muhtar bekliyor. Nasil yurudugune hayret ettigim saglik ocagi arabasina binip yola cikiyoruz. Soguk arabanin icinde bile yuzumuzu kesiyor. Kirmizi mantomun yakalarini kaldiriyorum.

Bebekler kayit edilecek, asilanacak. Ebe aylardir hic rapor vermiyor. Cocuk olum orani, utanilacak duzeyde.. 71 koy var gidilecek.. Kar da yagsa, camur da gidecegiz ulasabildiklerimize..

Koyde isimiz bittiginde ayak parmaklarimi hissetmiyorum artik soguktan.. Bir cay ikram edelim diyor muhtar, evine gidiyoruz. Evin pencereleri cam yerine kalin naylonlarla ortulu. Fakirlik heryere sinmis ama cirpiniyorlar bizi agirlamak icin.

Esikte kocaman gozlu iki cocuk dikkatle bana bakiyorlar, torunlarim diyor muhtar. Yaslarini soruyorum, adlarini soruyorum cevap vermeden gulumsuyorlar.

Koyde gunlerdir su yokmus, bu bardaklar nasil yikanmistir acaba diye dusunerek iciyorum cayimi. Lavas ekmegi koyuyorlar, biraz da peynir yer sofrasina... Kusura kalmayin diyor muhtar, yok pekbirsey hazirda.. "Daha ne olsun diyorum.. Daha ne olsun, ben bu ekmegi cok severim" diyorum, "bulsam hergun yerim"..

Bozkir pazarina gelen koyluler, firindan ekmek alip, hemen oracikta lavas ekmeginin arasina katik gibi koyup yiyorlar.. Ekmegi ekmege katik ediyorlar.. O siralarda Turkiye, rokfor peynirini tartisiyor gazetelerde.. Ankara'da bir buyuk otelde, yeni yilda corbanin uzerine altin tozu dokulecegi yaziyor.. Cocuk olumleri utanilacak duzeyde o siralar..

"Yolumuz hem cok uzak, hem de cok bozuk" deyip vedalasiyoruz herkesle. Yaklasik bir 15 dakika sonra, sanki biri kosuyormus gibi geliyor bana.. Gozleri ileri derecede bozuk olan sofor, yolu zor goruyor, yok kimse doktor hanim diyor, kim kosar bu havada? Gordum diyorum, dur biraz..
Nefese nefese muhtarin kucuk torunu cikiyor onumuze.. Elinde kucuk bir cikin.. "Doktor bey" diyor bana, "nenem lavas ekmegi verecekti unuttu"..

Yanaklari soguktan morarmis yuzunde, gorevini yapmanin gururu var. Parmaklarini tutuyorum, buz gibiler.. Nasil kostun bu kadar yolu diyorum bu karda..? Yok ben kestirmeden geldim diyor.. Gozlerine bakiyorum.. Boz bir yesil, icinde sari kucuk kucuk benekler var.. Incecik, guzel bu kavruk yuz, asla silinmeyecek bir fotograf olarak kalacak yasamimda biliyorum o an..

Boynumdaki atkiyi boynuna doluyorum. Gel seni bir opeyim diyorum.. Iste o an kocaman oluyor gulumsemesi.. Kollarini boynuma simsiki doluyor, yanagini uzatiyor mutlulukla.. Eliyle mantomu oksayip, amma da yumusakmis diyor ayrilmadan once ..........
.............................................................................................
Cok yakisti diyor satis gorevlisi, almayi dusunurmuydunuz...? Hayir diyorum.. Bu manto yeterince yumusak degil.. Ben su leopar desenli olani bir deneyeyim..
...
...
...
...
p.s: Sevgili http://www.urfamutfagi.blogspot.com/ son yazisi ile bana tum bunlari tekrar hatirlatti..


Bu yazim, daha once http://www.tofugrup.blogspot.com/ 'da da yayinlanmisti. Editorler Nilambara ve Brajeshwari'ye tekrar tesekkurler..

10 Kasım 2008 Pazartesi

VERDA'DAN MEKTUP VAR...

Ekim ayında uzun yıllardır İngiltere’ de yaşayan ablamı ziyaret etmek için birkac hafta kalmak üzere Londra ya gittim. Uzun zamandır batı ülkelerine seyahat etmediğim için medeniyetin getirdiği çekiciliğin içinde büyülenerek müzeleri gezdim, sergileri takip ettim.

Birkaç hafta içinde ilginç şekillerde pek çok sanatçı, galeri sahibi ve koleksiyonerle tanışma fırsatı buldum. Gerçekten keyifli ve unutulmaz bir seyahat oldu.
Bu güzel karsılaşmaların, tanışmaların yanında beni derinden etkileyen, paylaşmak istediğim yeni bir arkadaşım oldu.
Fred Branson ile kısa zaman önce tanışmış olmamıza rağmen, seyahat, fotoğraf çekmek gibi ortak ilgi alanlarımız sayesinde hemen yakınlaştık, dost olduk. Birlikte içtiğimiz bir kahve sırasında Fred bana geçtiğimiz sene Peru’da yaptığı çalışmalardan ve gerçekleştireceği fotoğraf sergiden bahsetti. 2007 yılında Fred lise eğitimini tamamladıktan sonra 7 ay kalmak üzere Peru’da Cusco yakınlarındaki Ccorca köyünde gitti. Bu süre içinde yerel halkla birlikte yaşayarak onların yaşam şartlarını geliştirmeye yönelik çalışmalar yapmaya başladı. Okul yapma inşaatlarına katıldı, mevcut okullarında çocuklara eğitimler verdi. Londra’ya döndükten sonra ise gelişime destek çalışmalarına devam etme amacı ile Peru’da kurulmuş olan Amantani yardım kuruluşunun Londra’da da kurulması çalışmalarına, öncülük etti.

Ccorca köylerine destek çalışmalarını için fon toplamak amacıyla da 22 Ekim akşamı Londra Westbourne Studios’da Peru’da bulunduğu sürede çektiği fotoğraflarını paylaştığı ve satışa sunduğu bir sergi gerçekleştirdi.

Istanbul’a dönüş tarihim daha erken olmasına rağmen Fred’in bu kadar içtenlikle gönül verdiği projesine katılmak, destek olmak amacı ile seyahatimi uzattım ve sergiye katılabildim.

Sergini tüm organizasyonu, her bir fotoğraf, Fred’in Peru’ya olan tutkusunu, yerel halka, 3000 metrenin üzerinde çok zor koşullarda yaşayan, okula girtmek için hergün kilometrelerce yol yürümek zorunda kalan çocuklara yardım etmek için gönlünü verdiğini, içtenliğini yansıtıyordu.

Fred’in “'Tienen nombre Señor' - 'They have a name Mister' ismini verdiği sergisinin fotoğraflarını ve Amantani UK yardım kuruluşunun çalışmalarının detaylarını;
http://www.amantani.co.uk/ sayfasında görebilirsiniz. Projeye katkıda bulunmak isterseniz Fred Branson ile site üzerindeki adresinden direkt bağlantı kurabilirsiniz.

Fred’in bu genç yaşındaki ilk projesine katılabilmiş olmaktan, destek verebilmiş olmaktan müthis keyif aldım. Çalışmaları ve gerçekleştirdiği katkıları bana her yönüyle ilham ve umut verdi,

Dilerim ki hepimiz bir şekilde, dünyanın neresinde olursa olsun benzer yardım projelerinde yer alalım, başlatalım. Farkındalıkları arttıralım, gelişime destek olalım.















Sevgili Mehtap,

Henüz yanyana gelememiş olmamıza rağmen her zaman içtenliğin ve samimiyetinle güzellikleri paylaştık. Sayende bu güzel projeyi paylaşabilmekten dolayı çok mutluyum. Davetin için çok teşekkür ediyorum. Misafirin olmaktan büyük keyif aldım.

Yeniden iyilikler, güzellikler için bir arada olmak dileğiyle,
Sevgilerimle,

Verda





.............................................

Herzamankinin aksine konugumu tanitmayi sona biraktim .. Istedim ki Verda'nin yazdiklari kendi kendini tanitsin..
Verda ALATON*, cok ozel ve guzel bir insan... Yaptigi ise, bilgisini, emegini, aklini ve yureginin tamamini katabilenlerden.. Onun icin bu proje onu boylesine heyecanlandirmis.. Cunku, "birsey degistiginde, herseyin degisebilecegini**" bilenlerden o da.. Bazen cokseyi degistirmek icin, birlesmis kucuk cabalarin, nasil da buyuk olabileceklerini hatirlatiyor bizlere..

Cocuklara, cocuklarinizla birlikte yardim edin.. Daha paketi acilirken eskiyen bir oyuncaktan daha cok mutlu olduklarini goreceksiniz..

Tesekkurler Verda.. Tekrar hosgeldin.. Ne iyi ettin de geldin.. En kisa zamanda tekrar gorusmek uzere, bunu saymam, yine beklerim..



* http://www.verdaalaton.com/
** http://www.tocev.org.tr/