Kapidayiz biz diyor Ferda telefonda… Sesi herzamanki gibi tatli, icten ve sicak...
Once onlarla birlikte olacagiz, sonra ogleden sonra Mehmet’le bulusacagiz...
Bulusuyoruz, kucaklasiyoruz “ciftlige gidiyoruz” diyorlar... Cocuklar arabanin icinde kipir kipirlar, bicir bicir konusuyorlar, biz hal hatir soruyoruz... En son bu yaz Roma’nin kaynar sicaginda gorusmustuk... Roma dugunlerine karisip, kiyafet, nikah sekeri, cicek kritikleri yapmis, Roma’nin guneyinde turlamis, cocuklar icin alisveris merkezinde hizli bir tur atip, keyifli bir yemek yemistik...
Keske Figen’de gelebilseydi diyoruz... Onunla telefonda konusuyoruz... Insallah Roma’da gorusuruz diyoruz...
Biz sizi kòye gòtùrùyoruz diyorlar... Benim zaten pek olmayan yòn duygum Istanbul gibi megapollerde iyice kayboluyor, nerede bu kòy demiyorum ve konusa konusa yol aliyoruz... Mesafe, donus yolu, hava alani yolu trafigi vs, dusunulunce Mehmet’le bulusulamiyacagi anlasiliyor, uzulerek ona haber veriliyor, olgunlukla “insallah bir dahaki sefere” diyor...
“Federico’ya sana ne pisirelim ?” diyor Ferda...
Hic tereddutsuz “misir” diyor... Kòy bakkali kapi ònù sohbetinden alinip bakkala getiriliyor, ekmek aliniyor, misir soruluyor, “bizim eve gidin, hanim size toplar” diyor...
Biz daha 50 metre uzaktaki eve ulasmadan, hanimin eli kolu coktan misir dolmus bile... Eve geliniyor...
Ferda ic mimar... Cok iyi bir egitim almis olmanin yaninda, cok zevkli, arastiran, okuyan, bilen bir insan... Evin planlarini da o yapmis...
Neyi hayal ettilerse bir zamanlar, onu koymus evlerinin planina... Cok guzel, cok keyifli, cok fonksiyonel, yasamak uzere bir ev cikmis ortaya...
Cocuklar Nuri ile bahceye daliyorlar... Domatesler, biberler, patlicanlar toplaniyor
karpuz secme isi uzmanlarina birakiliyor,
ay cicekleri hem yeniyor hem toplaniyor,
komsunun bahceye uzanan cevizi bizzat tarafimdan kontrol ediliyor...
Nuri, Turkiye’nin en iyi tip fakultelerinden birinden mezun, yurt disi deneyimli, sayisiz cocuksuz ailenin yùzùnù gùldùrmùs bir doktor... Cok mutevazi, cok insan, cok dost canlisi...
“Kòylù” oldugundan beri, pembe domateslere sevdalanmis,
gururla gosteriyor ùrùnlerini... Ayni zamanda meslektas da oldugu, rahmetli babasinin kulaklarini cinlatiyoruz, onun doga sevgisinden, onun Ege’de yetistirdigi agaclardan konusuyoruz...
Herkes bahcenin bir kenarina sacilmisken, biz de Ferda ile konusuyoruz... Bir yandan da, inanilmaz bir Pazar kahvaltisi hazirlaniyor... Masada yok yok... Gulumseyerek bakiyorum hazirliga... Su bòregi, minicik pogacalar, minicik pizzalar, koy ekmegi, cesit cesit peynirler, zeytin, sucuklu yumurta, ince belli bardaklarda piril piril bir cay... Ne guzel bardaklar bunlar diyorum, “Bardaklari benzincinin puanlariyla aldik” diyor Ferda, bùtùn dogalligiyla...
Bardaklar gercekten guzeller ama onlari asil guzel yapan bu evde insanin icine isleyen huzur, sadelik, dogallik, sahip olunana degil, paylasilana verilen deger...
Kahvaltidan sonra tavuklara ve kopeklere yemek veriliyor, ,
bahce turu tamamlaniyor
taaa uzaktaki bir alisveris merkezinden bana istedigim kitaplar, elektrikli kahve cezvesi aliniyor, cocuklarin gonlu yapiliyor (bu onlar ne isterse yapiliyor demek), sonra mangal sefasi icin eve donuluyor...
Cocuklar Nuri’nin yaninda, emrine amade, uflemeci, yellemeci, ortaligi dagitmaci olarak is bolumundeler, ben Ferda’nin yaninda o salata yaparken yalanciktan masa hazirlayip, taze ay cicegi yiyorum... Yemekten sonra, misircilar is basina geciyorlar. Bir orduya yetecek kadar misir kozleniyor, servis ediliyor...
“Aaaaa... Tavuk gogsu, kazan dibi, incir tatlisi var daha diyor Ferda... Annemin yetismiyecek herseyi tattirmaya diye, ayni ogunde iki cesit ana yemek hazirladigini anlatiyorum, guluyoruz... Ben hem tavuk gogsu, hem kazan dibi, hem ici cevizli incir tatlisi yiyorum... Bu arada goturelim diye ay cicekleri toplaniyor, gitme saati yaklastikca, “son bir cay” daha iciliyor...
Valizin kenarina kocaman bir taze ay cicegi, suslu bir masa ortusu, canimiz isterse diye, tadina bakamadigimiz pogacalardan konuluyor
Musmula agacini gordugumde gosterdigim sevince gulunuyor yeniden... Yiyemedim ama olsun, dunyada bir yerde hala yetistigini bilmek bile guzel diyorum...
Mehmet’le bulusulamiyor... Onlarin da cumartesilerini alt ust ettik diyorum icimden... Ama orada ya da burada tekrar gorusecegiz biliyorum...
Donus yolculuguna baslamak uzere havaalanina geliyoruz... Cok sey soylemeden vedalasiyoruz, her zamanki iyi dileklerle, “yeniden gorusmek uzere, saglikla” diyerek...
Federico, “ Ege bana, sen benim en iyi arkadasim olur musun ? “ diye sordu diyor... Gulumsuyorum...
herşey, herkes için değildir/ oysa kimi hiçbirşey öğrenmez karanlıktan/ yalnızlığı kullanmayı bilmez kimi...
yağmur herkese yağar/ ama çok az insan tutar /yağmurun ellerini/ onca şarkı onca film onca roman
ama sevmeye yetmez herkesin kalbi
diyor Murathan Mungan...
Ben bu dunyada var olmanin, alip vermekten ote birsey oldugunu anlayabilmis, paylasabilen, kalbi sevmeye yeten, arkadasligin anlamini sozluklerden farkli boyutlarda algilayan insanlari tanidigim icin kendimi cok sansli sayiyorum...
Ne guzel bir gune bakan verdiler annene degil mi diyorum Federico'ya... Cok ta anlamadan yuzume bakiyor, ay ciceginin adini bilmiyor ki, gune bakani bilsin, "
" evet anne, cok guzel bir gundu ama bana da verdiler" diyor...
27 Eylul 2010'Roma
P.S: bu guzel sarki "come un girasole" gunebakan gibi diyor...