Sevin yaşantıma birdenbire giren bir kadın... Öylesine bir mektupla başlayan bir arkadaşlık, hiç te öylesine olmadan süren bir dostluk...
Akıllı, düzeyli, bilgili, yaşamı seven, arkadaşlık etmeyi bilen, paylaşabilen, açık sözlü açık yürekli bir güzel genç kadın, sevgi dolu bir anne... Bir hukukçu...
Dikkatle okuyun, hem anlatımına, hem de iradesine hayran olacak, kendinize ait pek çok ortak yan bulacaksınız...
Ha bir de bakın bakalım fotoğraflardaki aynı kadın mı?
Sevgili Sevin, paylaştığın için çok teşekkürler... Ama ençok keyifli dostluğun için...
2 Nisan 2012, Türkiye
.......................................................................................................................................................
Aslında anlatacaklarım pek çok kadına tanıdık gelecek bir öykü. Yaş ilerledikçe kilo almak, hayat sıkıntılarını yemek yiyerek gidermeye çalışmak ve bunu doğal bir gelişim saymak çoğumuz için ne kadar bildik durumlar değil mi?
Oysa bu durum hiç de doğal değil. Hayatın önümüze çıkardıkları nedeniyle kendimizi avutma yolları aramamız doğal evet, doğal olmayan bunu bedenimize ihanet ederek yapmaya çalışmak.
Kadınları orta yaş sınırlarında zorlayan menapoz, beni tam da ayrılık, boşanma ve kendimi yeniden bulma sürecimde yakaladı. Evliliği ayakta tutma, evlilik sorunlarına kendi kendime hal yolu bulmaya çabası bana pahalıya mal oldu. Sanırım duygusal sarsıntımı telafi için yemeğe yüklendim, belki de kendimi eksik hissettiğimden kilolarla kendimi tamamlamak istedim.
Ailemin anne tarafı kadınlarına göre çok erken erken yaşta, 42-43 yaşında başlayan aksaklıklar üzerine doktorum hormon tahlili yaptırmış ve östrojenin çok düştüğünü, bu durumun pre-menapoz olduğunu söylemişti, "bu haliyle bir-iki sene sonra da menapoza girebilirsin, beş-altı sene de sürebilir demişti. İkinci tahmin doğru çıktı.
Genellikle menapozun kadını sıkıntıya soktuğu düşünülür, ya da öyle bilinir. Oysa bende tersine oldu, menapoza girince pre-menapozdaki uykusuzluk, terleme gibi sıkıntılarım bitti. Bitmeyen sıkıntım kilolu oluş halimdi. Doğumlarımda atak yapan kilolarım pre-menapozun ardından zirveye ulaşmıştı.
Bir gün karar verdim; bu böyle gitmeyecek!
Bu kendini bırakmış kadın ben değilim!
Ne yapmalı?
Önce egzersiz yapmaya başladım. Egzersiz yaptıkça, kendimi daha enerjik hissettim. Yürüyüş ve egzersizle 2-3 kg. verince, kilo verebileceğim fikrini benimsedim. Oysa o sıralar, kilo vermeyi imkansız sayıyordum.
Tam da o dönemde Mehtap, blogunda bir grup insanı önüne düşmüş ve onların kilo kaybetmelerine yardımcı oluyordu. Mehtap’ı tanımam o zamandan epey öncesine gidiyor, aslında. Yaklaşık dört senedir Mevsimlerden Roma’daki yazılarını okuyorum, zarif anlatımının hayranıyım.
Bir süre o diyet grubunu uzaktan izledim. Sonra ikinci grup başladı, bu defa uzaktan değil, daha yakından izliyordum. Mail grubuna kayıt olmadan Mehtap’ın yayınladığı listeleri günlük beslenmemde uygulamaya başladım.
Tam olarak tarihi hatırlıyorum, 2010 yılının 29 Ekim günüydü. Bir arkadaşıma akşam yemeğine gitmiştim. “Ben bugün diyet yapmaya başladım haberiniz olsun, bu sofradaki pilav ve patates kızartmasından yemiyorum, şarap içmiyorum, sadece köfte ve salata yiyeceğim!” dedim. Arkadaşlarıma müteşekkirim, hiçbir tanesi ne o gün ne de sonra “aman bu akşam ye, yarın başlarsın” demediler. Bunca zamandır beni hep desteklediler, yüreklendirdiler.
Bir seneden fazla zamandır, yaklaşık 15 aydır, yavaş yavaş kilo veriyorum. Kendime hep küçük küçük hedefler koydum; şimdilik 4 kg versem iyi, bak bu oldu 2 kg daha vereyim, kızımın mezuniyet töreninde 70 kg. olayım, doğum günümde 66 kg. olacağım, yılbaşında 65’i göreceğim, bu aya 1 kg. daha vereyim gibi. Zaman zaman iki ay hiç kilo vermedim, bazen bir ayda 4 kg verdim, kimi ay 2 kg. Ama, hep sağlıklı beslendiğimin bilincinde oldum ve verdiğim her kiloda biraz daha hafiflediğimi hissettim.
Hafiflemek dediğim sadece kilo bakımından değildi, belki daha da çok ruhen hafifledim. Çok içten söylenmiş bir söz bana dünyaları veren bir iltifat olmuştu. “Menapoza girdikten sonra kilo veren ve gençleşen tek kadın biliyorum, sensin!” demişti bir arkadaşım.
Doğrusu ben de kendimi gençleşmiş en önemlisi dinç hissediyorum.
Boyum 166 cm, gençliğimde uzun seneler 56 kiloydum ve 38 beden giyerdim. İlk doğumdan sonra (yaş 32) 66, ikincisinden sonra (yaş 37) 76 kilolarda demirledim. Menapoz sonrası, spora başlamadan önce 80 kg olmuştum ve 44 beden dar gelmeye başlamıştı. Bu ay tartıda 63 kg.’ı gördüm. Kısacası, 15 ayda 15 kg verdim ve 40 beden giymeye başladım.
Bir süredir giyinirken üstüme yakışana bakıp aynada kendime gülümsemeye başladım. Şimdi dolabın önünde durup giydiğimi beğenmeyip çıkarmamım nedeni “bu da daralmış, lanet olsun!” değil, “bu da bol geliyor, yaşasın!”. Kilo alırken yavaş yavaş genişlemiş olduğumu farketmezden gelmiştim, şimdi yavaş yavaş daraldığımı sevinerek farkediyorum. Kızımın doğumundan sonra giydiğim jean pantalonu yıllar sonra yeniden giydiğim günkü keyifle sırıtıp herkese “bu pantalon kaç senelik biliyor musun?” diye sormuştum.Bir süre sonra bir başka pantalon ceket takımını da aynı keyifle yeniden giymeye başladım. daha önemlisi, “karnım var, belim yok, güzel durmuyor” diye vazgeçtiğim etek giymek yeniden hayatıma girdi. Artık, belim de var, etek de giyiyorum!
Bütün bunlar olurken, her şeyi çok kolayca başardım dersem, yalan söylemiş olurum. Bir defasında üç hafta hiç karbonhidratlı besin almadım. Bir kaşık pilav, bir dilim ekmek, ucundan bir lokma simit, bir parçacık börek, bir çatal makarna, mantı bir kenara şöyle sulu bir elma bile yemedim. Bütün bunların yerine, çiğ karnabahar, brokkoli, yer elması yemenin tadını, bayır turpunun pekala çatur çutur keyifle yenebileceğini, sebze yemeğine konulan bir kaşık zeytinyağının damak çatlatan lezzetini öğrendim.
Çocuklar kendileri için pişirdiğim pilavı, makarnayı kaşıklarken, kırk çeşit sebze ve otla pişirdiğim yeşil çorbaları içtim. Bütün sebzelerin kendine özgü lezzetlerinin az yağla piştiğinde daha çok belirginleştiğini anladım.
Oyuncu Ezgi Mola, diyet yapıp çok kilo verdikten sonra, “sebzelere tapıyorum” gibi bir söz söylemişti de insanlar dalga geçmişti. Bu sözün tamamen doğru olduğuna inanıyorum; kendi suyu ile azıcık pişen sebze kadar lezzetli yemek yok!
Spor, egzersiz hayatımda hep olmuştu; jimnastik yaptım, tenis oynadım, yüzdüm, yoga yaptım, koştum, bisiklete bindim. Sonra kilolarla birlikte hareketsizleştim, egzersiz de yapmaz oldum.
Şimdilerde haftada üç defa spor salonunda egzersiz yapıyorum. Haftada iki kez genellikle cumartesi pazar bir saattten fazla yürüyorum, hafta içinde iki-üç kez de yirmi-otuz dakikalık yürüyüşler yapıyorum.
Yemek ve beslenme düzeniyle ilgili onca çabadan ve gelişmeden sonra, ne yalan söyleyeyim, en büyük zaafım hâlâ akşam yemeğinden sonra kuruyemiş, çikolata, meyve atıştırmak. Mehtap’ın listelerini izlerken, akşamları atıştırmadığım ölçüde başarılı oldum. Bunu da itiraf edeyim!
İtiraf edeyim derken bir yandan da kendime haksızlık etmeyeyim; artık, eskisi kadar bol kuruyemiş yemiyorum. Mutlaka bir meyveyle birlikte ve sayarak yiyorum, 8-10 badem, fındık, 2-3 ceviz gibi. Fazlasını kaçırırsam da kaçırdığımı biliyorum, kendime yalan söylemiyorum.
Kilo aldığım dönemde en çok yaptığım hataların neler olduğunu önce keşfettim, sonra bunlardan kurtulmanın yollarını bulmaya çalıştım.
Örneğin, yemek hazırlarken kâh tadına bakmak için, kâh o sırada çok acıkmış olduğum için yediğim bir-iki kaşıkcıkların birike birike tabaklar halindeki fazlalıklar haline geldiğini anladım.
Çocukların tabaklarında kalan bir-iki lokmaların atılmasına kıyamayıp yemenin, kendimi çöp tenekesi saymak olduğunu anladım, artık onların artığını ben yemiyorum. Böylelikle her gün farkında olmadan yediğim fazla yiyecekler biraz daha azaldı.
Sonra, yemeğe -özellikle kendi yediklerime- göz kararı yağ koymanın ne kadar ek kalori demek olduğunu anladım. Benim göz kararı “bir kaşıktır bu” dediğim ölçünün en az iki kaşık olduğunu anladım.
Artık daha az yağ kullanıyorum, mesela çocuklara kek yaparken koyduğum yağ ölçülerini yarı yarıya azalttım onun yerine süt ya da yoğurt koyuyorum, merak etmeyin lezzeti yerinde duruyor.
Eve pasta, cheese cake almıyorum, yağsız ya da meyveli kekler yapıyorum, dışarıda pasta ikram edilirse ve zorunlu kalırsam bir çatal yiyorum. Yemeğe çıktığımda tatlı ısmarlamıyorum, canım çok çektiyse yanımdakinden bir çatal alıyorum.
En önemlisi bütün bunları eskiden yediklerimi anarak ve yememeye kahrederek değil, böylesinden zevk alarak yapıyorum. Öğrendiklerimin en önemlisi, çok kalorili bir yiyecekten iki kaşık, üç çatal yemekle alınan zevk ve keyifle bir dolu tabak yemenin verdiği zevkin aynı olduğu. Yediğimle doyuyorsam, damak lezzetim yerindeyse, neden fazla yiyerek vücuduma hamallık yaptırayım?
Bu arada, “Ekmekcikiz” oluşuma ihanet ettim sanmayın! Ekmeklerimi yine yapıyorum, soğuyunca dilimleyip buzluğa kaldırıyorum ve her sabah bir dilim ekmeğimi keyifle yiyorum. Çocuklar ikişer dilim yesinler, onların gelişme çağı, bana yeteni öğrendim artık.
Şimdiki hedefim Sevgililer Günü’nde 62 kg olmak. Kendime vereceğim en güzel armağan budur diye düşünüyorum. Baharda 60 kg olunca hedefime ulaşmış olacağm. Sonrası tabii ki gelsin baklavalar, gitsin börekler olmayacak! Mehtap’tan öğrendiklerimi uygulamayı sürdüreceğim.
Mehtapcığım,
Sana bir kez daha teşekkür ediyorum; öncülüğün, yol göstericiliğin, desteğin ve en önemlisi hayattaki duruşun ve zarafetin için...