Italya'yi yine seller sular goturuyor, her yerde yagmur, sivil toplum orgutleri alarmda, yasam hirpalanmis dogaya yenik dusuyor...
Kosturmaca arasinda, oglen yemeginden arta kalan portakali yeme firsati yaratiyorum kendime, ve uyku saatlerimi duzene soktugumdan beri, bir de ogun atlamamaya basladigimdan beri, yorgunluk sozcugunu ne kadar az kullanmaya basladigimi dusunuyorum…
Saat 17 30 civari beklenmedik bir durgunluk oluyor ve kendime hemen bir elma cayi hazirliyorum, sonra telefonumdan cevap yazilacak mailler dosyasini aciyorum…
Buyuk cogunluk diyet icin ozel yardim isteyen mektuplar… Yapamam demek icin bile vakit bulamiyorum…
Radyo programini dinleyen arkadaslarimin yazdiklari kutlama mektuplari, programin sunucusu Celik Bey’in turkcesine ve gercekten benim de cok hosuma giden ses tonuna yazilan ovguler,
babamdan artik turk televizyonum olmadigi icin “haberim olsun” diye yollanmis haber ozetleri,
benim image maker’im Gulcin’den secmem icin yollanmis pantolon, kolye ve kemer fotograflari
Bologna’daki toplantiya katilmam icin gelen davet mektubu
Benim iyi tanidigim bir erkekle yasadigi beraberligi birdenbire onume acan, bunu benim bilmemi istemesinin sebebi kendinde sakli, hic ama hic tanimadigim yine de duygusalligi ve cok kirilmisligi satirlarindan tasan, yine de efendiligini muhafaza eden bir genc kadinin uzak bir sehirden yollanmis mektubu ve uzayip gidiyor iste liste…
Cevap yazilacaklar dosyasini actigim gibi kapatiyorum, arkadaslarimla nobet sonrasi yemegine gitmekten vaz gecip, eve donmeye karar veriyorum… Arabama dogru yururken, Colombiali pizzacidan mis gibi kokular geliyor burnuma ama bir gece once Federico’nun Hallowen partisinde 9 cocukla beraber ter ter tepinip, danslar edip, “bu kucucuk cocuklar nasil bu kadar cok pizzayi yiyebildiler” diye hayretlere dusup, pizza, patates koftesi ve ici mozzarellali bir cesit kizarmis princ koftesi olan suppliden olusan menuye benim de hayir demedigimi, Antonio’nun birasinin neredeyse tamamini, cocuklardan kalan kolanin da hepsini ictigimi hatirlayip durduruyorum kendimi…
Yagmur yagiyor… Derin dondurucuda ne var ne yok diye dusunuyorum… Et de var, balik da, tavuk ta, kiymaya dokunmayi sevmeyen bir annenin eldivenle yaptigi kofteler, dilimlenmis sucuklar, biraz karisik mantar, ispanak, yesil fasulye, dilimlenmis patates var hatirladigim kadariyla…
Dolapta bir mozzarella, biraz yesil domates, biraz yikanmasi gereken marul, yani aslinda hersey var… Ama canim birsey hazirlamak, tabaga koymak, masaya oturmak bile istemiyor…
Eglenceli birsey yapayim, cin yemegi alayim, guzel bir film seceyim ve hani amerikan filmlerindeki gibi karton kutudan chopstikslerle soya speghettisi yiyeyim, ertesi gun glutamat fazlasindan biraz tansiyonum cikabilir ya, simdi dusunmeyeyim diyorum.
Bizim hep gittigimiz Cin restorani biraz uzak geliyor, “oraya park edemem simdi, suralarda bir yerde gozume carpmisti, o bugun haftalik dinlenmede, bir tane daha vardi galiba” derken eve yakin bir sokakta onume cikan bir cin restoraninin onunde duruyorum. Hayatimda gordugum en sevimsizce dosenmis yerlerden biri ve bakimsizligina aldirmamaya calisarak menuden istediklerimi seciyorum…
Evde amerikan filminin yalniz basina cin yemegi yiyen aktrisi olma hayalim, buyuk bir yikima ugruyor...
Borekleri yiyorum, ravioliler hamur hamur kokuyorlar, tavuga hic dokunmuyorum, tofu bir felaket...
Mozzarella, domates ve iki gunluk ekmek de olur, ne olacak ki diyorum...
Divanin uzerine oturuyorum... Yarinla ilgili planlarimi sepete koyuyorum... Cevap verilecek mektuplar dosyasi buyudukce buyuyor... Sali gunu evdeyim, yazarim mutlaka yazarim diyorum...
Federico ariyor, “annecim sakin kapiyi kilitlemeden uyuma, sakin salondaki divanin uzerinde uyuma, sakin sut icmeyi unutma” diyor...
Iste simdi ne guzel bir gundu diyebilirim artik diyorum...
Ben kendi filmimin oyuncusuyum...
Mozzarella, biraz yesil domates,
bir bucuk dilim ekmegim var,
bu aksamlik yalnizim,
hayata gulumseyerek bakmaya calisiyorum,
hayat ta bana gulumseyerek bakmaya calisiyor iste o zaman...
1 kasim 2010’Roma
p.s: bu yazinin ne anlami var diye soracak olanlara, “hic” diyorum... Sizin icin hic, benim icin cok anlami var...
p.s3: sezen aksu "asktan ne haber" 'le eslik ediyor bu yaziya
p.s2: * Adimi Yak Adinla, Mehmet Altun (Ruyamda hayat vardi)
You might also like: