Sag taraftaki konuklara bakinca, bu konuda hic konusmamam gerekiyormus gibi geliyor onceleri...
Sag taraftakiler, orda olup olmamalari umurlarinda olmasa bile, izinler istenmis, lutfedilmis kabul edilmis, buradalar...
kimi Ida Dag’indaki altarinda bir bulutun arkasina gizlenmis Zeus’a adanacak lezzette yemekler pisiriyor,
kimi alcakgonullu, kendi halinde bir baba, kizina yemek begendirmeye ugrasirmis gibi dururken, yemegin hayata karistigi bir de kitap yaziyor,
kimi kitaplari coktan yazmis, gazete koselerinde bas taci edilmis, lezzet duraklarina seyahat etmis bir yemek kulturu arastirmacisi,
kiminin kurdugu masalar, sectigi renkler, sunumlar, kendine ait tarifler binbir gece masallarindaki gibi, guzel, ozel ve farkli,
kimi hayatin bir donemine nokta koymus ama hemen arkasindan bir unlemle yola devam eden, bir kitap tutkunu, tutkulu, duygulu bir genc kadin sef ,
kimi hic oyle onemsemezmis gibi, cok siradan bir ismis gibi, onu bizzt bizzt bunu kirt kirt diye cekip cevirip, sonra dunyaya “siz kendinizi kereviz pisirdiniz mi sandiniz bugune kadar ?” diye hodr-i meydan okuyor
kimi artik yasamini bu yone dogru cevirmis, hakli bir sekilde ùnù hergecen gùn artan bir yemek ve yemek fotografi ustasi,
hic konusmayani bile ya yogurt , ya tahinli kurabiye tarifi veriyor, ya da oturup
ekmek pisiriyor ve ben de varim diyor –ken- sana susmak duser diyorsunuz degil mi?
Bizim kulvarlarimiz aykiri diyorum soranlara...
Ben “hic bilmeyenlere” tarif veriyorum, baslangic kurundayim, yani hani arabasinin camina “PRINCIPIANTI” yazilan yeni ehliyet almislar gibi, yemege cagrildiginizda evden hic degilse bir corba icip gitmeniz gerekenler grubuna dahil-(mis)-im, onun icin cesaretle konusuyorum, diyorum...
Ama “AVANZATI” kurundakilere muthissiniz demek bile zor... Hic farkimda degilmis gibi yapiyorlar, pisirdigim bir makarnali fasulyeye, bir de somon'a Cafe Fernando yorum yaziyor, hepsi hepsi orada kaliyor... Kulvarlarimiz farkli diye, sinirlari fosforlu kalemle ciziyorlar...
Iclerinden biri, hem de encok keyifle okuduklarimdan biri, hani kedisi olan, hani bizzzt bizzztci, bana soyle bir bakip, yorumuma cevap olarak “yani hala annenin usulu pisiriyorsun baligi, oyle mi ?” diyor...
Hani sesini duysam, neredeyse aciyarak soyledi diyecegim.... Onun degisik degisik tuzlari, yok cok ozel otlari, ordan burdan alinma enva-i cesit malzemesi var... Uzuldugume biraz uzulup, “tabii senin cok vaktin olmuyordur farkli seyler bulmaya” diyor, yarim yamalak gònlùmù aliyor... Ama artik karizma yerlere serilmis bir kere, kaldir kaldirabilirsen...
Ben baligi annem usulu pisirmeye devam ediyorum etmesine de, keske herseyi annem kadar pisirebilsem diyorum dudagimi bùzerek...
Keske...
Onun eli neye deyse tat gelir, hep soylerim agac kabuguna bile lezzet katmayi bilir benim annem,
O zaman demek ki benim de genlerimde vardir iyi yemek pisirmek, o zaman “AVANZATI” grubuna on secimsiz olarak adayligimi koyuyorum ve kendimi carsilara atiyorum...
Kuzgun karasi Venere princleri, strozzapreti el yapimi makarnalar, (rahip bogan demektir, biz imami bayiltiriz, onlar da rahip boguyorlar iste) capperi ve ancuez ile salamura edilmis,
Calabria’nin kuru sicak gunesinde kurutulmus domatesler, karnabahar, lahana ve havucla birlikte harmanlanmis karisik Gaeta zeytinleri... Elim kolum dolu dolu donuyorum eve...
Federico’ya istek uzerine “annemin usulu sehriye corbasi”, istekte bulunmayanlar icin de ayvali, siyah erikli, bulgurlu zeytinyagli pirasa pisiriyorum... Ayvalari, havuclari soyle bir soteledikten hemen sonra, erikleri ise pirasayla birlikte ekliyorum tencereye... Gerisi, zeytinyagli pirasa nasil piserse oyle pisiyor iste...
Atesten almadan once de, bir portakalin suyunu ekliyorum, posasini da kendim yiyorum...
Bakiyorum da, tam istedigim gibi, beyaz, koyu yesil, acik yesil, turuncu, bordo, sari, renklerde, tatlisini glukozdan degil fruktozdan alan, icine limon degil portakal konulmus, bulgurla taclanmis nefis bir yemek cikiyor ortaya... Ben pirasalari buyuk dogranmis severim, siz nasil isterseniz oyle dograrsiniz artik...
Bizim zeytinyagimiz, babannemizin kardesi Ottavio dayimizin zeytinliklerinin senelik urunudur... Yemek icin degil, icmek icin kullanasi gelir insanin... Rengine, kokusuna, dokusuna doyamazsiniz... Ben, principiante (acemilik) gunlerimden beri, zeytinyaginin cig kullandigim kismini buzdolabinda, koyu renk sisede saklarim, bir sisesini de, “olio santo” olarak hazirlarim... Babannenin formulune gore 5-6 Calabria aci biberi ile hazirlanmis bu “aziz yagin” icine bir dis kabuklu sarmisak, ve bir dal biberiye de koyarim... Sarimsaklari 15 gunden fazla tutmam ama...
Soyleyeceklerim bu kadar...
Bu yazi elbetteki sag tarafa duyulan kiskancliktan ortaya cikmis bir yazi olarak ta algilanabilir, hem olio santo, hem de degisik bir pirasa tarifinin verildigi bir yazi olarak ta...
Hatta belki bir bas kaldiri, belki bir meydan okuma yazisi bile olabilir “veteran” guruba karsi...
Sizi umursamayan yel degirmenlerine ne kadar ruzgar yapabilirseniz artik...
Ama iste hicbiri degil...
Bu yazi bana, “Mehtap Ablacim, ilk defa kiz arkadasim yemege gelecek, ben ona ne pisireyim ? “ diyen, universite ogrencisi bir genc cocuk icin yazilmistir... Van'da ogrencidir, umut yukludur, genc kalbi ceylan gozlu bir kiz icin yanip tutusmaktadir bugunlerde... Ve de nedense butun bunlari paylasmak icin 4000 km uzaktaki beni secmistir "ablacim" olarak...
Ne pisirecek bilmiyorum...
Ama ona cok az kisinin bildigi bir sarkinin adini verecegim, yemek tarifi yerine... Roberto Benigni hem yazmis, hem soylemis... Benim hic tartismasiz en cok sevdigim sarkidir...
QUANTO TI HO AMATO... (seni ne kadar sevdim)
Bana nasilsin diye sorsaydin
Bana seni dusunup dusunmedigimi sorsaydin
Bildigin gibi derdim..
Ama soluk alamadan konusuyorum...
...
...
Konusmuyorum... Konusmuyorum ve sonra ùzùlùyorum...
Seni ne kadar sevdim, ne kadar seviyorum bilmiyorsun...
Bilmiyorsun cunku hic soylemedim..
Sana hic soylemedim, hic soylemem...
Sessiz kalsam da, sen anlarsin...
Bana ne yapiyoruz diye sorsaydin, nereye gidiyoruz diye,
Ruzgarin goturdugu yere derdim,
Bulutlar nakis isliyorlar, basimda firtinalar kopuyor,
Gizli gokyuzu sensin , kelimelerin arasindan kaybolan
Seni ne kadar sevdim, ne kadar seviyorum bilmiyorsun...
Sana hic soylemedim, hic soylemeyecegim...
Askta sozler degil, muzik cunki aslinda konusan...
Siz sadece yemek pisirmek yeter mi diyorsunuz... ?
Yetiyordur yetmesine de, biz daha o konuya gelmedik... Onu sag taraftaki veteranlara soracaksiniz artik...
24 Kasim 2010'Roma